Nuran YILDIZ

DEMOKRASİYİ BEKLERKEN…

----- 09.01.2012 - 00:21 -----

Diyorlar ki “Demokrasi yerleşiyor, yerleşecek.” “Yerleşti” diyen yok.

Godot’yu bekler gibi…

Hani Beckett’in oyununda iki kahraman aslında hiç gelmeyecek bir şeyi bekleyip dururlar ya… Beklerken de yaşadıkları “an” geçip gider.

Godot’nun kim ve ne olduğunu kimse bilmez. Amaç “bekleme”nin kendisi olup çıkar. Azaptır.

Demokrasiyi beklerken biz, olup bitenlere bakıp sanki hiç gelmeyecek bir şeyi bekler gibiyiz.

Demokrasiyi beklerken, hiçbir demokraside olmayacak şeylere tanık oluyoruz.

Bekliyoruz. Bekliyoruz. Gelmiyor. Beklerken zihnimiz bulanıyor.

Herkes demokrasiyi tanımlama çabası içindeyken ben kendi tanımımı kaybettim beklerken. Demokrasiyi.

Herkesin “özgürlük” çığlıkları arasında ben özgürlük tanımımı da kaybettim. Beklerken.

Kimse kimsenin dediğini duymuyor. Ekranlardan evlerimize akan çene ishalinde sağırlaştık işte. Beklerken. Demokrasiyi.

Televizyon muhabiri soruyor ya Hükümet yetkilisine: “Cumhurbaşkanından Başbakana, Adalet Bakanından TBMM Başkanına herkes adaletin hızlı olmasını istiyor da neden olmuyor?”

Sözün sebil olduğu yerdeyiz beklerken.

Tamam, demokrasiler gelirken de yerleşirken de sancılı olur. İyi de bu demokrasi, insanların canını yakmadan, özgürlüklerine dokunmadan, prestijlerini incitmeden, yaşamlarına ve emeklerine saygı göstererek gelemez mi?

Özgürlüğe, insan hakkına ve haysiyetine saygı duyarak, uygarca gelemez mi bu demokrasi?

Demokrasi hoyratlaşmadan gelmez diye bir koşul mu var?

Öyle eziyet ediyor ki olup bitenler toplumun geneline, bir gün biri “Demokrasi geldi nihayet!” dediğinde, “Yaşasın!” çığlığı atmaya kimsenin mecali kalmayacak.

Ölüyor, çürüyor toplumun ruhu beklerken… Demokrasiyi. Bir türlü gelmiyor.

BEN VE EBRU YAPMAK!

Ankara’da akademisyen olmanın en büyük artısı devlet kurumlarını ve çalışanlarını tanımaktır.

İyi akademisyenseniz gelirler sizi bulurlar, bilginize başvururlar.

İşime verdiğim önemden olsa gerek Cumhurbaşkanlığı’ndan TBMM’ye, Genelkurmay’dan Emniyet Genel Müdürlüğüne konferanslara çağrılırım. Devlet çağırıyorsa gidilir, adap bu.

Oralarda para ödemezler, ödedikleri zaman da miktar o kadar komiktir ki “O parayı bana vermek yerine benim adıma fidan dikin” derim.

Geçenlerde Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne konferansa çağrıldım. Onca işleri arasında kaç kişi dinler ki diyerek girdiğim salon neredeyse doluydu.

Bir konferansa nasıl başlarsanız öyle biter. Biz verdiğim örneklerle ve anlattığım konularla gülerek başladık, öyle de bitirdik.

Konferansın sonunda, organize eden görevliler “Konferanslarımızda 15-20 dakika sonra salon boşalırdı, siz konuşurken kimse çıkmadı, bu inanılmaz bir şey” dediler. Bir akademisyen için daha büyük bir iltifat olabilir mi?

“Emniyet amirimizin odasında ağırlamak istiyoruz” dediler, gittik.
Bir masa, üç koltuk beklediğim oda bir “ebru atölyesi”ydi! Emniyet Müdür Yardımcısı Ahmet Akgün ise ebru hocası!

Fırçayı uzatıp “Siz de yapın” dediler. “Olmaz” dedim, “sanat benim kenarımdan bile geçmemiş!”

Konferansın keyfi herkese yayılmıştı ki, ısrarda vazgeçmediler.

“Bakın” dedim, “Ben ne ebru yapabilirim ne de çizgi çizebilirim, ebru ebru olduğuna pişman olur.” Dinlemediler. “Bana polis zoruyla ebru yaptırdılar diye sizi şikayet ederim” dedim, umurlarında olmadı.

Sonuç; polis zoruyla ebru yaptım! Çerçeveletip gönderecekler.

Akademisyen dediğiniz para kazanamaz ama “ebru tablo” gibi yan gelirleri olur.

AKLIMDA KALAN

Hep ama hep aynı cümle: Gücünü yalnızca kendinden al! : Hiç kimsenin hiçbir şeyi olmayanlar, yalakalık yapmayanlar, yaltaklanmayanlar, önemli birinin çocuğu, karısı, sevgilisi olmayanlar, büyük soyadı taşımayanlar… Ya kendilerine güvenip, akıllarına, becerilerine, inandıklarına tutunurlar ya da zamanın içinde kaybolup giderler. Kendilerine güvenip ayakta kalanlar için de, kaybolup gidenler için de hayat aynı zorluktadır. Yalnızca kendine güvenerek var olmayı başaranlar eyvallahsız yaşarlar. Biat etmezler. Baş eğmezler. Koruyanları, koruyucuları yok diye kendilerini duygulardan yapılmış dikenli tellerle korumaya almaya çalışırlar. Alabilirlerse ne ala, alamazlarsa bin kılıç yaralı savaşçılar gibi dolanırlar. Yaralarını da gözden uzak tutmaya çalışırak. Hayat hiç kimsenin hiçbir şeyi olmayanlar için baştan sona bir savaştır. Her yıl zengin çocukları özel ya da vakıf üniversitelerine, yurt dışına okumaya gidebildiğinden, hiç kimsenin hiçbir şeyi olmayıp yalnızca akıllarıyla Fakültemin sınıflarını dolduranlara ilk cümlem hep bu olur: Gücünü yalnızca kendinden al! Kendini geliştir, kendini büyüt. Başkalarının üzerine basarak değil, kendi içindeki basamaklara basarak yüksel. Göreceksin ki bu yalnızlık büyük bir lükstür. Gücünüzü kendinizden alırsanız bunun adı kambursuz yaşamak olur.