Nuran YILDIZ

GÜLÜMSE…

----- 13.01.2012 - 01:05 -----

Perşembe sabahın körü. Alanlarında önemli iki adamla toplantı yapıyoruz. Birlikte güzel bir iş yapacağız. Biri yönetici, biri sözcü, biri danışman. Üç kişiyiz.

Ben anlatıyorum. Anlatıyorum. Olumsuzlukları sıralıyorum. Hataların altını çiziyorum. Bilgi eksiği, ilgi eksiği, beceri eksiği listeleri çıkarıyorum.

Kızıyorum. Üzülüyorum. Diyorum ki, “Kendi alanlarında yetkin bu üç kişi birlikte daha iyisini yapabilir.”

Orta yaşlardaki iki adam da dinliyor. Onlara “orta yaş” dediğim için kızacaklar ama ikisi de ne yaşlı ne de çok genç.

İçlerinden biri (yönetici olan) “Parantez açabilir miyim?” dedi. Duraksadım.

“Daha iyisi yapılmazsa ne olur?” Anlamadım, bakakaldım.

“Yani diyorum ki” dedi, “daha iyisini yapsak ne olur yapmasak ne olur. Kimin umurunda?” Bakmaya devam ettim. Afallamış gibiyim.

“Daha iyi bir iş. Daha iyi bir insan. Kim umursuyor ki, oluruna bırak, mutlu olmaya bak.”

“Mutlu olmak mı? Ne alâka?” diyorum.

“Sen mutsuz olunacaklar listesi yapıyorsun deminden beri, o liste insanı mutsuz etmekten başka bir işe yaramıyor. Saatlerce düşünüp ince eliyorsun, ayrıntılara bakıyorsun, sonra ne oluyor? Koca bir fil üzerine basıp geçip gidiyor… Sen gülümse… Boşver gerisini.”

Diğer adam da başıyla onu onaylıyor. Öylece kalıyorum. Haklı çünkü.
Sonra düşünüyorum. Bir önceki akşam keyifli bir yemek yemişim. Uzun zamandır yüzüme yapışmayan gülücükler, yüzümde yer bulmuş… Keyif masanın somut ve görünür unsuru olmuş, yan masalara bulaşmış.

Ertesi sabah ise toplantıda işe odaklanıp, önceki akşamın keyfinden eser bırakmamışım. Oysa yaşam, akşamki yemekten sabahki toplantıya aralıksız devam ediyor.

“Daha iyi” için helak olmak niye ki? Bauman demiyor mu zaten “Hayat artık iyiyle kötü arasında bir tercih değil. Kötüyle daha kötü arasında bir tercih.”

Daha iyi kimsenin umurunda değilse… Ve seçeneklerin de etrafına çit çekilmişse… Verilebilecek en güzel tepki işte o adamın benden istediği şey: “Gülümse…”

Deniz kumunda, altın tozu aramak kadar zorsa gülümsemeyi yakalamak, yalnızca bu yüzden gülümsemek lazım. Bizim kuşağa boşuna okutmamışlar Pollyanna’yı, şimdi anladım.

Sezen’den hatırlatma:
“Gülümse hadi gülümse bulutlar gitsin
Yoksa ben nasıl yenilenirim hadi gülümse…”

“YALAN DÜNYA” REKLAM AYARINI KAÇIRDI

Yeni başlayacak televizyon dizilerinde bir yanlış yapılıyor. Üst perdeden bir tanıtım atağı geliyor önce. Sonra dizi başlıyor.

Büyük tanıtımlarla, sayfa sayfa gazete ilanıyla başlayan yapımların çoğu kısa ömürlü oluyor. Reklam, ölmek üzere doğan diziye can veremiyor.

Hatta reklam beklentiyi o kadar yükseltiyor ki, sonuçta dizi ortanın üzerinde bile olsa, hayal kırıklığı yaşatıyor.

Gülse Birsel’in “Yalan Dünya” dizisi reklamı o kadar abarttı ki, tanımadığımız karakter kalmadı. Keşfedeceği, izledikçe bir ilişki geliştireceği bir şey bırakılmadı izleyiciye.

Diyeceksiniz ki “Kimsenin beklemeye, sabra tahammülü yok.” İyi de her şeyi baştan verirseniz, yani katilin uşak olduğunu söylerseniz onca alternatif varken ne diye sizi izlesinler ki?

Behzat Ç. örneğini iyi değerlendirmek gerek. Sessiz sedasız başladı ve unutulmazlar arasına girdi.

Umarım “Yalan Dünya” başarılı olur, gülümseme toplamaya çıktık ya.

AYKUT KOCAMAN KENDİ İŞİNE BAKMALI

Maç bitiyor. FB teknik direktörü Aykut Kocaman basın toplantısında konuşuyor. Maç analizi yerine politika yapıyor. Gergin. Diğer takımlara sataşıyor.

Tamam, bulunduğu yeri Aziz Yıldırım’ın desteğine borçlu. İyi de FB’nin sözcülüğünü yapmak başka, teknik adamlık yapmak başka şey.

Neden herkes kendi işini yapmaz ki?

AKLIMDA KALAN

Canımı sıkan bir saptama: Film seyrediyoruz. Arkadaşımla ben. İkimizin de ikinci izleyişi aynı filmi. Denzel Washington’un başrolde oynadığı “Deja Vu.” Yaşanan bir durumu daha önce görmüşlük hissi. Filmde Denzel Washington birkaç saat öncesini gösteren teknoloji donanımlı bir başlık takıyor. Arkadaşımın ağzından bir cümle çıkıyor: “Bak” diyor, “öyle bir noktasındayız ki zamanın, robotlar ileri teknolojiyle hisseden makinelere dönüşüp insanlaşırken, insanlar yapay organlarla robotlaşıyor.” Canım sıkılıyor. Neden bilmiyorum. Sanırım arkadaşımın saptamasının itiraz edilemeyecek kadar gerçek olduğunu bildiğimden. Öyle bir noktasındayız ki zamanın, insanın robota, robotun insana dönüşümüne tanıklık ediyoruz. Yüreklerimizi tenekeden yapacaklar yakında.