Nuran YILDIZ

MUTLAKA BİR DÜŞMAN ŞART MI?

----- 29.02.2012 - 00:01 -----

Belirli bir fikrin ilmini (!) yapanlara değil de, gerçeği yalnızca gerçeği arayan ilim insanlarına sorarsanız başlıktaki sorunun yanıtını net olarak bulursunuz.

Son yıllarda hayatımızda, ülkemizde, dünyada yaşananları bir film şeridi gibi geçirin gözlerinizin önünden. Hemen her varoluşun bir “düşman” fikrine dayandığını görürsünüz.

Bugünden geriye gittiğimizde “düşman”, sabitti. Değişmezdi. Başka ülkelerden ya da başka bir ideolojiyi sonuna kadar savunanlardan oluşurdu.

Elbette tarih aynı zamanda bir “öteki”leştirme ilişkisi olarak da okunabilir. Ne var ki eski zamanla şimdiki zaman “öteki” kavramında da ayrılır. Sabit bir “öteki” ile kaygan/değişken bir “öteki” arasındaki fark.

Şimdi, “düşman” fikri o kadar kaygan ve değişken ki. Büyük resimde de böyle, küçük resimde de. Küresel ölçekte de öyle, evin içinde de.

Çıldırtıcı olan şu; şimdi için “düşman”ın sabit bir yeri ve niteliği yok. Bugün durduğu yerde yarın yok! Bugün tanımlandığı kimliği yarın terk ediyor! Ve de matruşkalar gibi iç içe pek çok başka kimlik barındırıyor.

Son somut örneğini medyadan fışkıran durumlarda görüyoruz. Daha düne kadar, zihinlerde kurulmuş dev “düşman”lar karşısında yan yana saf tutanlar. Saf tutmaktan öte birbirlerine ev gezmelerine gidenler, birlikte Boğaz’da muhabbetin dibini bulup aynı uçağa doluşanlar… Bugün birbirlerine demediklerini bırakmıyorlar.

Siyasette, medyada, iş dünyasında, aşkta. Suçlayanlarla suçlananlar sürekli birbirlerinin yerine geçiyorlar!

Ya da…

Özgürlük, demokrasi, insan hakları için bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar insan toplanırken, Hocalı katliamını protesto etmek için binlerce insanı bir araya toplamayı başaran şey, yaşama hakkına duyarlılık mı yoksa düşman olarak konumlandırılmış “Ermeni” düşüncesi mi?

Kin ve nefreti körükleyen televizyon programlarının aldığı reyting konusuna girmiyorum bile.

Ya da…

Sosyal medyada en çok ilgi gören başlıklara bakın. Kin, nefret ve düşmanca hisler içerdiğini görebilirsiniz.

Yalnızca gerçeği arayan toplumbilimciler, başlıktaki soruyu doğruluyorlar: Mutlaka bir düşman şart! Maalesef. Ne yazık ki.
Onlar diyorlar ki “Eskiden insanları bir arada tutan temel duygu dostluk, dayanışma gibi duygulardı. Bugün ise insanları bir arada tutan şeyler kin, nefret ve düşmanlık gibi parçalanmaya hizmet eden duygulardır.”

Ruhsal alt yapı, büyüyen sorunlar karşısında çaresizliğin yarattığı güvensizlik sorunuyla belirleniyor.

“Öyleyse ne yapmalı?” sorusu ise ayrı ve uzun bir yanıt gerektiriyor.

GEÇMİŞ OLSUN KADİR İNANIR…

Devamlı okurlar Kadir İnanır’la dostluğumu bilir. Birbirimize saygıda kusur etmeyiz.

Dün bel fıtığı ameliyatı geçirmişti. Haber medya gündemine “akciğer kanseri” şeklinde düştü. Televizyonlar art arda filmlerinin adlarını sıralıyorlardı. Hepsi de “Selvi Boylum Al Yazmalım”ı ilk sıraya koydular.

Oysa Kadir İnanır için en önemli filmi “Katırcılar”dır. “Katırcılar”a Altın Portakal verilmeyişini de her zaman bir haksızlık olarak gördü. Sinemaya içinin burulması biraz ondandır.

Sevgili Kadir İnanır, çabuk iyileş, daha muhabbetin dibini bulmadık ki.

AKLIMDA KALAN

“Tolerans”ın iğrenç bir sözcük olması: Hafta sonu Hürriyet Pazar’da bir söyleşi okudum. İngiliz Aktör Rupert Everett’le yapılmıştı. Everett gay bir aktör. Kendini müthiş bir özgüvenle ifade ediyor. Bu özgüvenin ardında boşvermişlik hissi yok, tam tersine “gay” olduğunu açıklamanın mesleki (belki özel yaşamında da) faturalarını ödemiş olmanın meydan okuması var. Everett şöyle diyor: “Adım Rupert, oyuncuyum, orta halli bir İngiliz aileden geliyorum, gay’im. (Gay’ler için) Tolerans kelimesinden bahsediliyor. Bu iğrenç bir kelime. Tolere edilmek istemiyorum. Ben varım, bu kadar!” Bayıldım. Tolerans, “hatadan kabul edilebilir oranda sapma payı” olarak tanımlanabilirse, “hata” denen şey, yapanın mı, yoksa değerlendirenin mi tanımına göredir? Everett örneğinden somutlarsak, “gay” olmasına tolerans gösterenler, bu durumun bir hata olduğunu da kabul etmiş oluyorlar ama, Everett öyle görmüyor. Daha da öte, onlara “Beni böyle kabul edin” talebinde de bulunmuyor, “Saçma olan sizin bakışınız” itirazında bulunuyor. Saygı duyulacak bir duruş bu. Söyleşiyi okuduktan sonra Ayşe Arman’la fikrimi paylaşıyorum: “Bu söyleşiyi sen yapmalıydın!”