Nuran YILDIZ

“NEDEN YAYINA TELEFONLA BAĞLANMADIN?”

----- 05.03.2012 - 00:01 -----

Ahmet’in yaşamı “dönmeden önce” ve “döndükten sonra” olarak ikiye ayrılırsa, dostluğumuz “dönmeden önce”ki döneme aittir. Yani onun İmam Hatip’li, başı secdeden kalkmaz sanıldığı günler. Bu bilgi bir kısmınızı şaşırtabilir.

Konu malum. Arkadaşım Can Ataklı, eski dostum Ahmet’in programında, “rakip gazetenin elinde zamanın Turizm Bakanıyla ilgili dosyalar olduğu, istifa etmezse yayınlanacağı” mesajını Zafer Mutlu’dan Turizm Bakanına götürdüğünü söyledi.

Ortalık karıştı. Aydın Doğan yayına bağlandı. “Öyle bir şey olmuşsa Ertuğrul şerefsizdir” dedi.

Adı geçen Turizm Bakanı “Can bana o mesajı getirdi, taraflarla yüzleştim, konu kapandı” dedi.

Ertuğrul Özkök “Yapmışsam şerefsizim, yapmadım” dedi. Sonra da Ahmet Hakan’a “Böyle yayıncılık yapılmaz” anlamına gelen şeyler söyledi.

Ahmet de Özkök’e, başlıktaki soruyu sordu: “Canlı yayına bağlanıp ‘Bu iftiradır’ deseydiniz mesele kalmayacaktı. Bunu neden yapmadınız?”

Özkök’ü bilmem ama iki nedenle bu soruyu benim yanıtlamam şart;

1. İletişim hocası olduğum için.

2. Herkesin herkesle ilgili konuştuğu günlerde, bazı tv tartışmalarında gerçek dışı bağlamda adım geçtiği, yani taraf olduğum için.

Sözün pul olduğu günlerdeyiz. Adınıza yapılan haksızlıkları, saçmalıkları izlemek elbette asap bozuyor. Yine de bir televizyon tartışmasına telefonla bağlanmak, bir de savunma yapmaya kalkmak saçmalık çünkü;

Bir, tartışmada adı geçen kişi o sırada televizyon izlemek ya da o programı izlemek zorunda değildir.

İki, telefonla yayına bağlanmak ateşe benzin dökmekten, stüdyodakilerin iştahını kabartmaktan başka işe yaramaz.

Üç, görüntünün (gösterinin) egemen olduğu günlerde, kulaklara seslenmek yenilgiyi baştan kabul etmek demektir.

Dört, konuşurken beden diliniz görünmüyorsa içinde bulunduğunuz ruh halini nasıl anlatabilirsiniz?

Beş, siz telefonda dert anlatırken, stüdyodakilerin yüz ifadesini izlemek sinir bozucudur.

Altı, sizin telefon bağlantınız kesilince konuşmalarınız üzerine yapılan yorumlara (genellikle saptırılmış yorumlara) yanıt verme olanağınız yoktur.

Yedi, telefonda söz söyleme özgürlüğünüz, stüdyoda programı yöneten kişinin tek elindedir.

Sekiz, yayına telefonla bağlanmak televizyonu fazla abartmak olur. Ekran başındakiler işin eğlencesindedir. Boğa güreşi izler gibi. İzleyici ne boğanın ne de matadorun başına gelenle ilgilidir, o sıradaki kapışma dışında bir gerçeği yoktur.

Televizyonda adınızın saçma sapan bağlamda geçmesi fazlasıyla sinir bozucudur ama yayına bağlanmak daha da sinir bozucudur, sorunu derinleştirmekten başka da bir işe yaramaz.

Aydın Doğan yayına bağlanmasaydı konu bu kadar uzar mıydı? Bir medya patronunun medya içeriğini ve ilişkilerini yönetmede bu kadar acemi olmasını hiçbir zaman anlayamadım.

TÜRK LİRASININ SİMGESİ

TL’nin simgeye ihtiyacı var mıydı, tartışılır. Simgenin nasıl algılandığı önemli. Sonuçta bir soyutlama.

Yeni simge, kimine Ermenistan para birimini anımsatmış. Kimine Japonca’daki “ancak” sözcüğünü. Kimine de “haç”ı. Bana da komünizmin orak ve çekicini! Üstelik bu çağrışımda hayli kalabalığız. “Komünistler Moskova’ya” derken, simgeleri paramızda yer alıyor.

Fikrimce, yarışmada ikinci olan ve bakınca “TL”yi kolayca görebildiğimiz simge seçilmeliydi. Hem tanıdık hem de işlev-anlam uyumu kusursuzdu.

CMYLMZ DOĞRU TERCİH Mİ?

Bence değil.

Para söz konusu olunca en önemli duygusal öğe “güven”dir. İnsan parasını “güven”diği insana emanet eder.

Cem Yılmaz hangi güvenilirlik araştırmasından birinci çıkmış bilmiyorum. Maliye Bakanlığı “vergi” bilincini yerleştirmek için Cem Yılmaz’ı seçmiş. Sevilirlik araştırmasından belki ilk üçte çıkabilir. Orada bile evlenme sürecini berbat yönettiği için birinci çıkması zor.

Yanlış olmuş. Amaç vergiyi sempatik hale getirmekse, bu kez amaçta sorun var. İki dünya bir araya gelse vergiden sempati çıkmaz.

OKURU DÜRTME YAZISI

Bir, gazetecilerin tutuklanışını protesto etmek için meslektaşlarının İstiklal’de yürüdüğü günlerde yazmıştım, “Bu gazeteci tayfasının beşini bir kafede toplayamazsınız” diye. Cumartesi içeridekileri, kendi kafalarınca ikiye ayırıp, iki ayrı yürüyüş yaptılar. Ne çirkin değil mi?

İki, geçen ağustos Arda Turan İspanya’ya giderken, bu gidiş sevgilisi Sinem Kobal’dan ayrılma sürecini hızlandıracak demiştim. Ayrılmışlar.

AKLIMDA KALAN

Bir cümle ve bir afiş: Marketteyim. Alışveriş yapıyorum. O sırada arkamdaki satış görevlisi biriyle telefonda konuşuyor. Şöyle diyor: “Psikolojim karar vermek için uygun değil. Sen ne diyorsan söyle onu yapalım.” Bu duygu size de tanıdık gelmiyor mu? Hayatın direksiyonunu bir başkasına vermek için gönüllü olmak! Zaman öyle bir zaman. Telefondaki satış görevlisine dönüp gülümsüyorum ve tabii o bu gülümsemeden bir şey anlamıyor. Dikkatimi çeken afiş ise beni CNN’de yakalıyor. Rusya seçim kampanyasıyla ilgili bir program. Putin’i protesto edenlerin yaptığı bir afiş geliyor ekrana. Üzerinde “PUT IN TRASH!” (Çöpe at!) yazıyor. Putin’in adından çıkan İngilizce sözcüklerle oluşan afişin yaratıcılığı hoş. Tarihin akılda kalan afişleri hep muhalif dilden çıkıyor.