Nuran YILDIZ

DÖV, HAKARET ET, TUTUKLA, ÖLDÜR!

----- 02.04.2012 - 00:40 -----

İşi iletişim olanlar bir anlamda ideal bir dünya önerirler. İletişimin doğasını anla. İşleyişini analiz et.

Deney yap. Sonuç çıkar. Öneride bulun. Konferans ver.

Kriz yönet. İşte açılım yarat.

Aşkta sorun çöz. İlişkide çıkmazdan kurtar.

Siyasette anlaşılır ol. Oy getirici davranış geliştir.

Falan. Filan.

Neden?

İnsanlar konuşa konuşa anlaşsınlar diye.

İnsanlar koklaşa koklaşa anlaşmaya, konuşa konuşa anlaşmaktan daha yakın oysa.

Parfüm sektörü hızla büyüyor. Tüketim dünyası müşteriyi her tür üründe burnundan yakalamış.

Babam “Hadi yürüyelim” diye ısrar eden anneme, “Haberler başlıyor, şimdi sırası mı?” diye söylenirken, doktor annemin yürümesi gerektiğini söylediği için hemen konuya girdim: “Merak etme baba, siz yürüyüşe çıkın, döndüğünüzde ben haberleri özetlerim.”

Verdiğim özet şöyleydi;

TBMM’de vekiller birbirlerini dövdü.

Gazeteciler, askerler, bir kısım spor adamları, bilim adamları tutuklu.

Köşe yazarları, hukukçular, magazin dünyasının ünlüleri birbirlerine hakarette sınır tanımadılar.

Aile içi geçimsizlikten kocalar karılarını kurşunlamış, karılar kocalarını kesmiş. Haberler kan revan içinde.

İşin özeti babacığım, sözcükler yedi kat yerin dibine girmiş, dövmek, hakaret etmek, tutuklamak, öldürmek anlaşmazlıkların tek çözüm yolu olmuş.

Çıkmazdayız, o biçim.

SAHİPSİZ MARKALAR

Önce Hitler görüntüleri konuşuldu, sonra kadın kıyafeti giyen adam reklamı.

Hepsi de reklamcı üzerinden tartışıldı. Yanlış iletişim stratejisi nedeniyle Biomen markasının gördüğü zararı tartışan olmadı.

İletişim dünyası da (medya, reklam, halkla ilişkiler vs.) iş ve siyaset dünyası gibi “ben merkezli” oldu bir zamandır. “Başarı odaklı” ya da “sonuç odaklı” olmak yerine

“Bilmem ne” markası kendini korumak ve konumlamak için bütçe ayırır görünse de, o bütçe kendisinin emanet edildiği kişilere (bazen markanın sahibine, bazen reklamcısına) hizmet ediyor çoğunlukla. Markaların başına ne geldiğine kafa yoran pek az. Markaların kendileri sahipsiz çoktandır.

“CANLI YAYIN”

Ayıptır söylemesi cumartesi akşam, Volkan Severcan’ın davetlisi olarak “Canlı Yayın”a gittik.

Biz Ankaralılar tiyatronun iyisine, tiyatrocunun hasına alışkınız tabii. İstanbul’dan özel tiyatro gelince, görmemişin oğlu olmuş misalinin tam tersine, görmüş, geçirmiş, pek bilmiş edasıyla yerlerimize oturduk.

Severcan medyadaki şiddetten etkilenmiş manyak katili oynuyordu. Dikkat kesildik.

Ünlü olmak için cinayet işleyen manyak karı-koca katillerle, şiddet içerikli filmlerin yönetmeni etrafında gelişen bir medya ve toplum eleştirisi.

Şöyle diyaloglar geçiyor içinde;

“Televizyon ve internetten edindiğim kapsamlı hukuk bilgime göre…”

“Bu köşe yazarları, rüzgâr ne tarafa eserse o taraf işerler…”

“Hukuk oyun hamuru gibi bir şey, fakire ayrı, zengine ayrı, güçlüye ayrı, güçsüze ayrı işler…”

“Televizyondan bir sürü şatafatlı b.k öğreniyorum, özellikle açıkoturumlarda…”

İşledikleri cinayetleri “Reyting düştüğü için öldürdüm, düşmeseydi öldürmezdim” şeklinde açıklayan katil manyaksa (ki öyle), reytingin parçası olarak konumlanan izleyici sağlıklı mıdır?

Volkan Severcan’ın olgunluk döneminin kanıtı olan oyunda Ayşen Gruda’yı izlemek müthiş bir keyif.

Tiyatro izleyicisine, televizyon ve sinema izleyicisiyle empati kurduran, rahatsız eden, can sıkan, çok çarpıcı bu oyun Ankara’da bitti. İstanbullular kaçırmasın.

AKLIMDA KALAN

Bir babanın ölümü, bir gücün gölgesi: Dostluğundan keyif aldığım Erkut Soyak babası Yılmaz Soyak’ı kaybetti. Babasının ölümünü konuşurken “Uzun zamandır işten elini çekmişti ama gölgesi yetiyordu” dedi. Babası film gibi bir ömür yaşamıştı. Günde 20 saat çalışıp, sıfırdan Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birini kuran güçlü babanın gölgesi yoktu şimdi. Artık aile üzerine babasının yerine kendi gölgesinin düşeceğini söyledim. Babaların ölümü, oğulları hayatın sorularına karşı cevapsız, annelerin ölümüyse korunaksız bırakır. Babasız kalan her oğul, artık hayatın sorularına cevabı kendi bulmak zorundadır. Erkut Soyak’la konuşmamız bitince, babalar üzerine yazılan kitapları araştırdım, bir elin parmaklarını geçmiyor. Oysa anneler için yazılmış çok kitap var. Baba hakkında çoğu yazının içinde anne var, anne hakkındakilerin çoğunda baba yok. Babalar daha yalnız annelerden, anneler o kadar yalnız değil…