Nuran YILDIZ

SAKIN YAPMA!

----- 20.04.2012 - 09:00 -----

Sakın ama sakın düşmanın zor durumdayken kahramanlık taslamaya kalkma.

Sakın ama sakın rakibin yere düşmüşse sırtına da çıkma.

Sen sen ol, havasını atıp, kaymağını yediğin kucağın sorgulamasını, başka bir kucağa geçince yapma.

Yaptığın yanlışları “iyi de o zaman çok korkmuştum” mazeretiyle kılıflama. Korkak her zaman korkaktır.

Sana kötülük yapıldığı günlerde ortalığa çıkacak kadar yürekli olmamışsan, o günlerin hesabını aradan yıllar geçince sorma.

Sakın ama sakın, elleri bağlı birine yumruk atmaya, sesi çıkamayan birinin ardından sövmeye kalkma.

Sen sen ol, kin ve nefrete hakkı olanlarla kendini aynı kefeye koyma. Kin ve nefret kabul edilebilir bir insanlık paydası değildir.

Ne kadar “Biz o zamanlar kullanıldık” desen de, adamlık kumaşı o gün öyle, bugün böyle dokunan bir kumaş değildir. O gün kullanılmaya uygun olan bugün de uygundur.

Sakın ama sakın, alemin tek akıllısı kendini sayma. Kafan kumun içindeyse de başka yerlerin açıkta.

Unutma, bugün makbul sayılsan da insanlık kitabında yerin makbul olmayanlar arasındadır.

JAMES BOND İSTANBUL’DA!

Ne zaman ki bir yabancı film Türkiye’de çekilir, içime bir kurt düşer. “Geceyarısı Ekspresi” sendromundan olsa gerek. Hani gözümüzün içine baka baka bize küfreden film.

James Bond İstanbul’da çekilecek dediklerinde de içimdeki kurt kımıl kımıldı.

Neyse ki bu kez telaşta yalnız değilim. Duruma uyanıp, Kapalı Çarşı’ya zarar mı veriliyor derdine düşenler var.

Ben kırılan kiremitlerin derdinde değilim, görüntülerdeki dekor Ortadoğu pazarını andırıyor. Bir tür üçüncü dünya ülkesi imajı hissi.

Jackie Chan’ın bir filmi İstanbul’da çekiliyor diye sevindirik olduğumuz günleri yaşadık. Bilmem o filmi (The Accidental Spy) izleyen oldu mu? İstanbul olarak sunulan, çarşaflı kadınlarla dolu sokaklar ve ipe asılı çamaşırlardı.

Bilinmesi gereken şu: Film endüstrisinin İstanbul’u ve güzelliklerini keşfettiği, reklamını yapmaya niyetlendiği falan yok.

İstanbul’a rağbetin nedeni, Ortadoğu’da geçmesi gereken sahnelerin, oraların bu aralar pek tekin olmaması nedeniyle Türkiye’de çekiliyor olması.

Hem üstelik elin adamı cebinden milyarlarca lira döküp neden bizim reklamımızı yapsın?

Reklam yapmak isteyen kendi filmini kendi yapar. Korkarım bizde böyle bir şeye niyet olsa, iş otomatik olarak Sinan Çetin’e verilir. Öyle bir durumda kanımca hiç reklamımız yapılmasa daha iyi olur.

ZEKİ DEMİRKUBUZ’A 7 ÖĞÜT

“Yeraltı” filminin yönetmeni Zeki Demirkubuz’a naçizane 7 öğüt;

Bir, film bunalımsa, filmin adını bunalımdan uzak tut. İkisi bir arada olmaz.

İki, komedi oyuncusundan karakter oynamasını bekleme. Ne kadar iyi oynarsa oynasın, jüri üyeleri dışında kimse oyunculuktan anlamaz.

Üç, ya festival filmi yap ya da gişe filmi. Biri diğerinin ötekisidir, hem o hem o olmaz.

Dört, kapalı mekan, kapalı mekanı kaldırmaz. Sinema salonu kapalı, film sahneleri kapalı mekan olmaz. Biz milletçe açık alan severiz.

Beş, bilgisayar efekti kullanmayana sinemacı demiyorlar artık. Koyarsın efektini, senaryoymuş, oyunculukmuş kimsenin umuru olmaz.

Altı, izlenmeyen filmlerin yönetmeni ödül töreninde çiklet çiğnemez. Gişe rekoru kırarsan kabalığa da hak kazanmış olursun ülkemizde.

Yedi, izleyiciye bitmek bilmez diyaloglar mı, kovalamacalar mı diye sorsan, kovalamacayı tek geçer.

AKLIMDA KALAN

Bir diyalog: Haksızlığa uğramış biri karşımda duruyor. Kızgın. Kırgın. Yaralı. “Gidip ona bana yaptığı kötülükleri bir bir dökeceğim” diyor. “Yapma” diyorum, “susacaksın.” Gözleri ateş parçası gibi gözlerime dikiliyor, “Olmaz, susamam! Çok canım yanıyor.” Sesimi olabildiğince alt perdeden sözcüklere döküyorum: “İşte bu yüzden susacaksın. Canın yanarken savurduğun sözcükler, can yanmasını gidermez. Bilmez misin yaranı oyarlarken ağrı kesici yoksa, dudaklarını ısırırsın.” “Karşısına çıkıp hesap sormam lazım. Başka türlü içimi boşaltamam ki, iyileşemem!” “Bak” diyorum, “Esas sözcükler boğazına art arta dizildiği zaman onları yutacaksın.” İtiraz ediyor, çünkü içinde biriken sözcükler onu zehirliyor. Doğru düşünmediğini söylüyorum: “Kazancakis demiş ki ‘Acı çekerken bağırma, acın azalmaz.’ Eğer susarsan, acın yaranın dibine doğru çekilir. Kabuğun sertleşir. Herkesin bağırmanı beklediği bir anda susmayı başarırsan, içinde biriken güce sen bile şaşırırsın.” Dünyayı sessizliğin gücünü bilenler yönetir, kimse farkında değil.