Nuran YILDIZ

O BEBEKLERİ İSTİYORUM! VE… BİR MEKTUP…

----- 30.04.2012 - 00:01 -----

Semanur öldü. 2 yaşındaydı. Minicikti. Dövülmüş, ısırılmıştı. Minicikti. Minicikti.

Öpücükler kondurulacak bedeni morluklar, çürükler içindeydi. Minicikti.

Ruhları hasta insanlarla dolu sokaklar. Evler. Haberlere yansıyınca öğrenebiliyoruz. Bilmediğimiz neler var…

Şimdi ben diyorum ki;

Dövecekseniz… Dövüyorsanız…

Cami avlusuna bırakacaksanız… Gizlice.

Doğarken öldürüp tuvalete atacaksanız…

Eziyet edecekseniz… Eziyet ediyorsanız…

Bakamayacaksanız… Bakamıyorsanız…

Hırpalayacaksanız…

Dokunmayın o minicik bedenlere, bana getirin! O bebeklerin hepsini istiyorum!

Nasıl bakarım bilemem ama yüreği devredeyse insanın bulur bir çaresini.

Bebeğine zarar verenler ya da o insanları tanıyanlar… Yukarıda e-posta adresim var.

Öperek büyütemeyeceğiniz tüm bebekleri istiyorum. Kucağımda uyusunlar, süt kokan gıdılarından öpülüp koklansınlar. Gülücüklerle büyüsünler diye…

Ben onlara bakarım bir şekilde…

AKLIMDA KALAN

KİM İÇİN YAZIYORUM? SORUSU:
Üç gün önce aldığım bir e-posta’yı özetleyeceğim aşağıda. Mutlaka okuyun.

“Merhabalar Nuran Hanım” diye başlıyor ve çok özetle şöyle devam ediyor;

“İnsan bir şekilde kalbindekileri beynindekileri dışarı çıkarıyor ya… Size mail atma ihtiyacı da bundan olsa gerek. (…) Klişe söz vardır ya, çevre önemli abi diye. Yarım metre saçla dolaştım, niye uzatıyorsun dediklerinde, ne kadar uzatırsam kendimi o kadar özgür hissediyorum cevabını alınca apışım kalan bi çevre....

Çevre… Hayran olduğum biraz örnek almaya çalıştığım insanlara bakıyorum da onlarında düşünce yapıları örtüşüyor bee.. Örnek mi, Hakan Gündüz- Nuran Yıldız...

(…) Her gün okuyorum sizi. (…) Bazen diyorum keşke o uzun saçlı halimle kalsaydım parasız, kredi kartsız… Dertsiz... Aşık olmamış halimle, keşke öle kalsaydım...

Şimdi ne olacağını bilmeden geldiğim "Allah belasını veresice İstanbul"da millete kağıt parçası sigorta poliçeleri pazarlıyorum...

Bir tane kredi kartı almak için ne taklalar atmıştım... 2001’de kart vermeyenler daha sonra kendileri zorla verdiler...

(…) geçen yıl baharın nasıl geldiğini hatırlamıyorum... Ağaçların yaprak açışını, çiçekleri.... Bir gün eve geliyorsun eline bir tetkik veriyorlar... İçine kendin kadar bir taş oturuyo… Sorup soruşturuyosun. Abin 4. evre kanser... Dünya başına yıkılıyo... Aylarca şarkı dinlemiyorsun. Anlamaya çalışıyorsun… Yeni ve acı bir mücadeleye başlıyorsun...

Hayat seni hep zor yönleriyle sınıyo.. İsyan etmek ne kalbi ne de mantıklı geliyo.. Diyorum ki oğlum sen becerikli bir adamsın yahu... Lise 2’ye kadar üniversiteye girmenin, dershaneye gitmeden yani paran olmadan olmayacağını bilmiyormuşsun... (…) Şimdi
istediğim yere girseydim... Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu gibi Silivri’de olur muydum acaba... Bence olurdum...

Diyorsunuz ya hiç kredi kartım olmadı... Hiç olmaz inşallah... Ama kapitalizm bizi mahkum etti... Ben kuzenime krediyle ev almaması için yalvardım neredeyse... Sonra hastalık için para lazım oldu... Kendi bireysel emekliğimi bozdurup üstüne bir de kredi çekmem gerekti... (…) Gülümsemek iyi gelio yine de...

Çünkü gülümsemene sebep olan şeyler oluo... Sağlığı için her an dua ettiğiniz abiniz, iş göremezlik parasını alıp sana 500 lira getirio. Sonra babanız memleketten 1000 lira gönderio. (Hiç bir icraatını beğenmediğiniz hükümetin bahçeler için verdiği destek parasından) gözyaşlarımızı bitti mi sandın yani...

Öyle ki bu zamanda 15 günde bir 2 gün Cerrahpaşa’da tedaviye giden bana tek kelime etmeyen bir patronum da var... Gerçi 3 aylık zam farkımı hala vermedi ama canı sağ olsun...

Tabi suçlu olduğum şeyler de var... Milletin 5 litresine 18 lira verdiği ayçiçek yağı varken Tariş sızmaya 63 lira verirsen (orda bile şanssızım be... Ege sızması için indirim yapıp 49 liraya indirmişler... Hemen atladım aldım. 2 gün sonra gittim, 39 liraya.. ) Millet 39 liraya ayakkabı alırken Nike’a ayaklarım fazla ağrımasın diye 250 Tl verirsen ve Ataköy’e camiye gidince o ayakkabıları çaldırırsan gidip inadına aynısını alırsan bunlar olur… Turgay...

Ne diyorum biliyor musunuz? Her şey iyi tamam da... Ben bir kadını tertemiz duygularla seviyorum, o gidip başkasıyla evleniyor da ben bunu kabul ediyorum da... Bir Allahın kulu da gelip bana niye aşık olmuyo... Onu anlamıyorum... Bari burada yardım edilse olmaz mı yahu...

Neyse size sonuna kadar hak ettiğiniz sonsuz sevgi ve saygılarımı
sunarım...

Turgay Ş. Bahcelievler/ İstanbul”

Bu mektubu okudum. Ağladım. Düşündüm. Sevdiklerime okuttum. Sonra da Turgay Beye uzunca bir yanıt yazdım.

Özetle; “Her defasında kendime ben neden yazmaya devam ediyorum diyorum. Yanıtı sizin mektubunuzda var. Binlerce okur içinde adam gibi adamlar var, onlar için yazıyorum ben...” dedim.

“Merak etmeyin, aşkta yaşadıklarınız konusunda yalnız değilsiniz. Aşk dengesiz bir şey, sevdiklerimiz tarafından sevilmemek ve sevmediklerimiz tarafından sevilmek genel bir durum” dedim.

“Şairin dediği gibi yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var, ciddi bir
hastalığı olan insanla sapasağlam olan bir insan ölüme aynı uzaklıkta. Mesele o hayatı nasıl yaşadığımız ve görüyorum ki siz çoğumuzdan daha muhteşem yaşıyorsunuz ve umarım çooook keyifli ve uzun bir yaşamınız olur”
dedim.

Ve… Bir de not ekledim: “Ben kazanacağım dediğiniz zaman hayat size kıyak yapıyor her zaman.”

Yazılarımı Turgay Bey gibi duyarlı insanlar için yazıyorum. İster bir kişi olsun onlar, isterse milyon kişi…