Nuran YILDIZ

SONU HAYIR OLSUN!

----- 11.05.2012 - 00:01 -----

Anneannem öyle derdi. Ne zaman alınan karardan, yapılan işten kötü kokular alır, o zaman “Sonu hayır olsun” diye mırıldanırdı.

İyimserse, endişesi yoksa “Hayırlısı olsun” derdi. “Hayır” sözcüğüne eklenen “lısı” varsa sorun yoktu, “lısı” yoksa, anlardık ki huzursuz.

Başbakan “Başkanlık sistemi tartışmaya açılsın” dedi, ağzımdan “Sonu hayır olsun” sözü çıkıverdi.

Kanımca Başbakan yola çıkmış. Yolun sonunda oturacağı koltuk “Başkanlık” da olabilir, yetkileri güçlendirilmiş “Cumhurbaşkanlığı” da.

Büyük olasılık başkanlık sistemini tartıştırıp güçlü cumhurbaşkanlığına razı edecek.

Belli ki konuyu kafasında bitirmiş. Siyaseti yapanlar, yani iktidar, yani muhalefet, yani medya Başbakanın “tek din” konusundaki “dil sürçmesi” sözüne takıldı kaldı. Günlerdir tartışıyorlar sürçmüş müdür, sürçmemiş midir?

Oysa Başbakan “dil sürçmesi” açıklamasından hemen sonra bir cümle daha kuruyor, kimse fark etmiyor: “Eleştirenler haklı.”

Başbakanın siyasi yaşamında çok ender rastlanan (belki de hiç) durumlardan birine tanıklık ettiğimizin altını çizen olmadı. Hepten körleşip gittik mi?

Söylediği sözler, verdiği kararlar yanlış olsa bile, geri adım atmaz. Olduğu yerde durur. Daha da ötesi inatlaşır bir de. Örnek çok.

Bu kez hatasını kabul etti. Kendisini eleştirenlere hak verdi. Bu “yeni dil”, yeni bir yolun habercisidir.

Hem yorgun hem de iktidar isteyen Erdoğan’ın siyaset dilinde başka değişiklikler görmek de sürpriz olmayacak.

İLK ADIM KURALI

-Cuma yazısı severler için-
Bir yerlerde okudum. Kadın-erkek ilişkilerinde “ilk adım” diye bir kural varmış. Bana göre kadın-erkek ilişkisi söz konusu olunca kural falan sökmez ama öyle yazıyordu.

Bir ilişkide ilk adımın erkekten gelmesi gerekirmiş. İlk arayan erkek olmalıymış ki, kadın da adamı arayabilsin.

Telefon numarasını ilk erkek istemeliymiş, kadın isterse o ilişkiden hayır beklemeyecekmişiz. Ancak erkek “Hoşlanıyorum" derse o zaman kadın da diyebilirmiş.

İlk adımı kadın atınca erkek "Madem öyle, biraz takılıp eğleneyim" diyormuş. Yani erkek geleneksel “avcı” rolünü oynamayınca o ilişkiden bir halt olmuyormuş.

Yüzyıllardır çözülemeyen bu çetrefilli konuda benim fikrime gelince:

Evet, çevremde tanık olduğum tüm ilişkiler böyle. Erkek ne kadar sosyalleşirse sosyalleşsin, içindeki mağara öylece yerinde duruyor. Yani “avlanmak” hobisini devam ettiriyor. Üstelik şimdilerde her köşe başından bir ceylan kafasını uzatmışken.

Öyle ama… İşin içinde aşk varsa ilk adımın ikinci adımın hesabı falan olmaz. Aşk adım saymakla uğraşmaz ki, direkt olarak kanatlanıp sevdiğine doğru uçmak dışında bir amacı yoktur.

Bir de gerçek var, kazananlar hep adım hesabı yapanlardan çıkıyor. Sevdiğine doğru kanat çırpmayı seçenin vay haline. İşte o zaman, avcının kanadınızı kırıp elinize tutuşturması ihtimali çok yüksek haberiniz olsun.

DENİZ GEZMİŞ’İ NEDEN Mİ UNUTAMADIK?

Deniz Gezmiş’i gıpta ettiğimizden, mahcubiyet duygumuzdan, ezik hissetmemizden unutamıyormuşuz. Ahmet Hakan öyle yazmış.

İtirazım var. Biz Deniz’i iki nedenle unutamıyoruz: Bir, genç öldüğü için. İki, haksız yere idam edilmesi, uğradığımız tüm haksızlıkların simgesi olduğu için.

AKLIM VE KALBİM ANTALYA’DA…

Sıcak havada konuşma yapmak zordur.

Sıcak havada, kapalı mekânda konuşma yapmak daha zordur.

Sıcak havada, kapalı mekanda, bir de dışarıda deniz varsa?

Dinleyici bedenen karşınızda olsa da ruhen çoktan denize girmiş, güneşe bile yatmıştır.

İşte öyle bir ortamda, Antalya’da, “AB ve iletişim stratejileri” hakkında konuşma yaptım.

“Biz hep, her şeyde geç kalıyoruz” dedim, “AB artık bizim bugün geldiğimiz noktada değil, başka dertleri var. Bizim AB algımız kimin umurunda? Eskiden onlarla yatıp onlarla kalktığımız AB diplomatlarından biri var mı ortalıkta?” minvalinde bir konuşma.

Konferans sürem dolunca salondan “Ama olmaz ki, bu kadar çabuk bitmez ki!” tepkisi geliverdi. Deniz, sıcak, mekân kimsenin umurunda değildi.

Kürsüden indim, yüzümde kocaman bir gülümseme. Bilgi paylaşılınca güzel, hayat gibi…

İlgi insanı şımartıyor. Peki şımarmak kötü bir şey mi, kimseye zararı yoksa?

AKLIMDA KALAN

Erkeklerle sperm arasındaki benzerlik: Haberi okuyunca gülsem mi, şaşırsam mı bilemedim. Birmingham Üniversitesi ve Warwick Üniversitesi araştırmışlar, sperm hücrelerinin keskin viraja denk geldiklerinde duvara tosladıkları sonucunu bulmuşlar. Demek ki erkek dediğin kendi spermine çekiyormuş. Onlar da hayatın keskin virajlarında duvara toslayıp kalmıyorlar mı? Biraz Ertuğrul Özkökvari bir yazı bu, ama olsun, iki büyük üniversitenin spermler hakkında bulduğu bu sonuçla, hayatın erkekler hakkında çıkardığı sonuç bence çok benziyor. Araştırmacılar spermin duvara toslamasını görünce çok gülmüşler, ben de sperm hareketiyle erkek davranışının benzerliğini fark edince çok güldüm.