Nuran YILDIZ

DEMOKRASİNİN ÖFKELİSİ Mİ MAKBUL?

----- 14.05.2012 - 08:01 -----

Şampiyona yenilen Fenerbahçe taraftarları öfkelerini şehrin sokaklarına akıttı.

Dünyanın en önemli müzik adamlarından Fazıl Say, “Öfkenden kurtul” diyen Kültür Bakanına “Kes zırvalamayı” dedi, öfkeyle.

Tiyatrocular öfkelerini bin türlü yolla görünür kılmakta kararlılar.

Trafikte sürücüler, öfke kusmaya neden arıyorlar.

Gazetelerin üçüncü sayfası, öfkesi kanla ifade edilen öykülerle dolu.

Gazetecilerin Silivri’yi gezerken “Tutuklular psikolojik destek alıyor mu?” sorusuna “Öfke kontrolü desteği” yanıtı veriliyor.

İnsan umutsuzsa öfke dolar. Karamsarsa. Kötümserse.

Haksızlığa uğramışsa. Her şeyin bittiğine inanıyorsa öfke dolar.

Anlaşılmayacağını inanıyorsa. Tüm yolların tükendiğini sanıyorsa.

Kendini ifade etme yollarının tükendiğini düşünüyorsa.

Öfke içte tutulursa ruha zarar, dışarı dökülürse şiddet.

“Öfke” ve “Mutsuzluğa Mahkumuz” kitaplarının yazarı sevgili dostum Mehmet Şakiroğlu’na göre öfkenin ana belirleyicisi, haksızlığa uğramış olma hissi: Haksızlığa uğradım ve bunu gidereceğine inandığım kimse yok!

Haksızlığa uğradığını düşünen insanların sayısı her geçen gün artıyorsa, demokrasi böyle bir şey mi?

SOYUNMA ODASINA SIKIŞIK MUTLULUK

Koşmuşlar. Terlemişler.

Sakatlanmışlar. Yenilmişler. Yenmişler.

Sonunda ipi göğüslemişler.

Şampiyon olmuşlar. Tadını çıkarmak istiyorlar. Sarılmak, paylaşmak.

Sonuna kadar hak etmişler.

Ancak.
Kupaları karanlıkta, dışarıda. Kendileri soyunma odasında mahsur kaldılar.

Sevinçleri dünyalar kadar, bedenleri odaya sıkışık. Etraf zifiri karanlık.

Yine de. Gözlerindeki ışık ülkenin her yanındaki taraftarları aydınlatmaya yetecek kadar parlaktı.

Tarihi yeniden yazmaya karar vermiş Galatasaray. Bu iyi.

SİNİR OLUYORUM

Kitabına güzel isim bulan yazarlara,

Analizlerinde saçmalamanın zirvesine çıktıkları halde akil insan muamelesi görenlere,

Hiç beklemedikleri anda sevdikleri kadından ya da adamdan telefon alanlara,

Ve elbette bütün sarışın kadınlara sinir oluyorum.

HOPO’OPONOPONO

Hopo’oponopono, söylenişi de, yazılışı da zor. Ruhsal terapiye kafayı takanlar için yeni bir teknikmiş.

Başımıza ne gelirse gelsin sorumlusu bizmişiz, bunu kabul edersek hayatta artıya geçermişiz. Tekniğin özü buymuş.

Ben yıllardır bu tekniği uyguluyormuşum da haberim yokmuş. Öğrencilerime, “Yaşadığınız her başarısızlıktan siz sorumlusunuz. ‘Ben nerede yanlış yaptım’ sorusunu sormadan ve yanıtını bulmadan devam ederseniz başarısızlık size yapışır kalır” derim, “Kendinizi eleştirmeden başkasını eleştirme hakkını bulamazsınız.”

Onların başarısızlıklarını, toplumun genel alışkanlığı olan “günah keçisi” besleme alışkanlığıyla kılıflamaktan vazgeçmelerini isterim.

Yalnız, spiritüel teknikte, hatayı kabul ettikten sonra, bilinçaltına telkin cümleleri göndermek gerekiyormuş. Öyle “Evrene mesaj gönder, istediğin adresine gelsin” türü işleri fazlasıyla saçma bulduğumdan bende o kısım eksik.

Pek çok şeyi yarıda bırakma huyum yok mu! Fena.

AKLIMDA KALAN

Dilime dolanan iki şarkı: Tuhaflık bende. Öyle Demet Akalın, Hande Yener türü eğlenceye vuramıyorum kendimi. Dinlediğim şarkının hem “dım tıs”a teşne olmayan bir ritmi, hem de ruhu yakalayan sözleri olacak. Bugünlerde iki şarkı dolanıp duruyor dilime. Hani yaz geliyor ya, güzel olan her şey gibi hemencecik bitmek üzere geliyor ya. Bence bu iki şarkı da yazın en çok dinlenen şarkıları olacak. Birisini Gökhan Türkmen söylüyor: “Sana güneş hep arkandan vurmuş/ Gölgen hep önde/ Yüzünü görmek güneşe bakmak gibi zaten.” Benzetmeyi sevdim. Diğerini Zakkum söylüyor: “Ahtapotlar gibi son defa dolanalım birbirimize.” Yine rock. Yine gençlerden oluşan bir grup. Yine iyi müzik. Yine Ankara’dan. Zakkum’un dört üyesi Yusuf, Cem, Eren, Emre. Kendileri de, müzikleri de harika. Güzel bir hafta dileğiyle keyifli okura önerilir.