Nuran YILDIZ

ACIDAN BESLENMEK VE MACHIAVELLI

----- 31.05.2012 - 17:01 -----

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya teşneliğimiz malum. Machiavelli en bildiğimiz tarihi kişilik o yüzden. “Amaca ulaşmak için her yol mübah” fikri tarzımıza uygun olduğundan, binlerce yıllık tarihte, milyonlarca sayfa eserde ve de binlerce düşünür arasında Machiavelli’i ve ünlü eseri “Prens”i hatmetmiş gibi ahkam kesmekte üstümüze yoktur.

“Amaca ulaşmak için her yol mübah”, meşrebimize de uyar. Akıl gerektirmez. İyi ve ahlaklı olma zorunluluğunu ortadan kaldırır.
Her tür karar ve tavır alışta kişiyi ahlaki engellerden soyutlar. Sorgulamayı gereksiz kılar vs.

Oysa tarihin ilk liderlik ve imaj danışmanı sayılabilecek
Machiavelli, Türkiye’de yorumlanış biçimini bilseydi kahrından öleceği kesindi. Çünkü Lorenzo Di Piero De’Medici’ye ithafen yazdığı “Prens”, bizde anlaşıldığının tersine, insan ve toplum üzerine bir eleştiriydi.

İnsanların kötü ve bencil olduğu, amaca ulaşmak için her yolun denenebileceği fikrinin toplum eleştirisinin bir ürünü olduğu Hegel’den Gramsci’e kadar önemli düşünürlerce kabul edilir.

16. yüzyılın başında, devrimciler için bir yol gösterici eleştiri olan bu önerme, bugünün fırsatçı ve statükocu kesimleri için ideal bir yöntem haline gelmiştir.

Yazık.

Başbakan Erdoğan’ın bir şehidin mektubunu, ailesinden bile izin almadan okuması üzerine dinleyenlerin gözyaşlarına boğulmasına bakıyorum.

En masum insan çıktısı olan gözyaşlarının, en katı çıkarlar için boca edilmesi Machiavelli’nin bir önerisi midir yoksa onun eleştirisinin göstergesi midir? Ya da acıdan beslenen, gözyaşıyla sulanan yeni ve hastalıklı bir toplum oluşumuzun kanıtı mı sayılır?

Ve fakat…

“Prens”ten aklımda kalan saptama, Erdoğan’ın liderlik yapma biçimini en iyi özetleyen cümledir: “İnsanlar kendisini sevdiren birinden çok, kendisinden korkulan birine zarar vermeyi göze alamazlar.”

BİR YAZAR DAHA KOVULDU. SONUÇ?

Yeni Şafak yazarı Ali Akel, Başbakanı eleştirdiği için gazetesinden kovulmuş.

Ne üzücü.

Başbakana “ya özür dile ya da sus” demiş. Bu konudaki fikrim, kimsenin özür dilemeye zorlanamayacağıdır. Zoraki özrün yapaylığı kadar itici bir şey olur mu? Bir insan özür diler ya da dilemez, siz de tavrınızı buna göre belirlersiniz. “Özür dile” diye tepinmeye gerek yok. Belki de gerçeğin sevimsizliğini, özrün yapaylığına tercih ettiğim için sorun bendedir.

Gazeteciler bu kovulma için üzüntülerini belirtiyorlar. Başka çareleri yok çünkü. Ali Akel üzerinden kendilerine ağıt yakıyorlar. Bu kaçıncı ağıt? Gittikçe daha çok köşeye sıkışıyorlar. Bir bir alınıyor sözcükleri ellerinden.

“Tasma” bir gazetecilik terimi oluveriyor. Geriye bir tek akıl bağı kopuk, sudan yazılar yazanlar kalıyor.

Sonra ne oluyor? Eleştirdikleri düzene isyana devam mı ediyorlar?

Hayır.

“İnsanoğlu kurşunkalemle yazılmıştır” (Necip Fazıl mı söylemişti bu sözü?) misali, gazeteciler silindikleriyle kalıyorlar. Geride kalanlar daha sinik, daha korkak, daha kamufle konumlanıyorlar. Kimi tekne seyahatinden günlükler, kimi şarap, kadın ve gay’ler, kimi aşk üzerine yazıyor. Kimi de caza vuruyor kendini. Böylece kuyruğu dik tutmuş mu oluyorlar, emin değilim.

Konumunu koruyanlardan biri “Biz burada iyi olduğumuz, matah olduğumuz için mi kalıyoruz, yoksa duruma uyum becerisi gösteren bukalemunlara benzediğimiz için mi?” sorusunu sormuyor.

Yerini korumak adına, eleştirdiklerine benzemeye başlamak, moda deyimle en büyük günah değil mi?

“SENİ SEVİYORUM”

Arkadaşım sızlanıyor. “Onu seviyorum ama o beni sevmek zorunda değil.” Belli ki adamdan zılgıtı yemiş.

Böyle durumları, sağanak yağmurda sokakta kalmış, tekme yemiş köpeklerin durumuna benzetirim. Vıyaklamanın anlamı yok.

Dayanamadım, “Saçmalıyorsun” dedim, “seni seviyorum demek, sen de beni sev demektir.” Boş bakışları sinirimi bozunca eklemek zorunda kalıyorum: “Karşılıksız sevmek saçmalığına inanıyorsan bir tarikata gir, ki onun bile bir karşılığı var!” Yanılıyor muyum sevgili okur?

AKLIMDA KALAN

“Lanet olsun”lu bir doğum günü kutlaması: Doğum günüm geçti. Doğum günü ve yeni yıl kutlamayı sevmem. Geriye kalan yıllardan biri daha eksildi diye eğlenme fikrini hiç anlamam. Doğum günümde, beni iyi tanıdığına inandığım en yakın arkadaşımla bir hayat muhasebesi yemeği yerim. Geçen zamanı ameliyat masasına yatırırım. Hatalar, doğrular vs. Genelde evden çıkmam, telefonları açmam. Kendimle kalmak bir doğum günü kutlama biçimidir. Bu kez öyle olmadı. Sabahın körü toplantım olduğu için evden çıktım. Böylece deliğinden kafasını uzatan fare gibi, kafama süpürge yercesine kutlamalar arka arkaya geldi. Çiçekler, pastalar. Her defasında ağzımdan “lanet olsun” sözü çıktı, ki annem “lanet okuma” der hep. “Bir yaş daha bitiyor ve siz bunu kutluyorsunuz. Hasta mısınız?” dedim, herkese. Karar verdim, seneye alıp başımı gideceğim haritada olmayan bir yere.