Nuran YILDIZ

BİLMEDİĞİMİZ BİR ŞEY SÖYLE

----- 07.06.2012 - 15:20 -----

Erdoğan’la Kılıçdaroğlu buluşması için “bir şey yaz” diyorlar. Yazmayacağım. Sonuç beklemediğim, verimli bulmadığım, “siyasi gösteri”den öteye gitmeyen bir konuda yazmak zaman kaybı.

Üstelik iki liderin bir araya geldiği her durumda kazanan Erdoğan olur. Öyle de oldu. Sonu baştan belli durumlara sayfa sayfa yazı, saat saat program döşemiyorlar mı, saçma.

Bilmediğimiz bir şey söylenecek zamanlar da bitti mi?

KAN KUSTURANI MAKBUL!

Baktım politika tatsız, tuzsuz. Analizi anlamsız. Ben de ilişkilere ömür biçme gibi bir hobi geliştirdim. Neden keyif alacağıma başkaları karar verecek değil ya.

Bakıyorum tiplerine, el tutuş, birbirlerine göz süzüş biçimlerine, bedenlerinden çıkan enerjiye, tak söylüyorum süreyi. Ayşe Özyılmazel - Ali Taran ilişkisine de ömür biçmiştim. Biçtiğim gibi oldu.

Dediğim çıkınca da, “müneccim misin?” diyorlar. Değilim, işim sadece iletişim.

Üstelik zaman, “Sana ihtiyacım var” ilişkileri zamanı değil, “seni istiyorum” ilişkileri zamanı.
Seni istiyorum, istedim, aldım, bitti.

Birine ihtiyaç duymak öyle değil. İhtiyaç iki dişlinin dönebilmek için birbirlerine duyduğu şey. Birbirlerinin eksiklerini tamamlamak, boşluklarını doldurmak gibi.

Ayşe ile Ali ilişkisinde en çok imrendiğim şey Ayşe’nin Ali’nin ofisini basması oldu.

Bir ilişkiyi havaya fırlatılan tabaklar, yere indirilen vazolar, hüngür hüngür ağlamalar, yumruklanan kapılar eşliğinde bitirenleri hayran hayran izlerim.

Ölsem yapamam. O yüzden çok imrenirim çok. Bu bir dejarj halidir. Bende yoktur. Ben yalnızca sözcük kusarım. Bitmez, tükenmez sözcükler. Hesaplaşmalar. İçim boşalıncaya kadar sözcük kusarım. Sonrası boşluk.

Ayşe ofis basınca, “Hadi ya!” oldum, ölmeden ben de bir ofis basabilecek miyim acaba? Kendimi unutacak kadar rezalet çıkarmanın özgürlüğü kimbilir ne müthiştir.

Bir ilişkide kan kusturanı makbuldur bilgisi, en eski ilişki bilgisi değil midir?

“Aferin” dedim Ayşe’ye, içinde tutmamış. Tokat da atmış mıdır? (Şiddete karşıyız her daim)

Adamı rezil etmek istemiştir desem, böyle şeylerden rezil olacak biri değil. Belki de vitrinde başlayıp, vicdanda yargılanan ilişkisini yine vitrinde bitirmek istemiştir Ayşe.

HERGÜN VAZGEÇİYORUM

Köşe yazmaktan vazgeçiyorum. Hergün. Sözcükler bitiyor. Duygular bitiyor. Yeni sözcükler bulma, yeni duygulara varma takatim kalmıyor.

Akademiden çaldığım zamanı akademiye iade etmek istiyorum.

Tam “bu son” derken…

Bir telefon, bir ses, bir e-posta çıkıp geliyor, “yazınızı okudum” diyen.

İstanbul’dan bir okur eşini alıp kahvemi içmeye uğrayıveriyor.

Birkaç gün önce önemli bir siyasetçiden önce bir e-posta, sonra bir telefon geliyor.

“Beni unuttunuz sanmıştım” dediğimde, “Mümkün değil, düzenli okurunuzum” diyor, “Yazılarınız dostlarınızın sizi unutmasına izin vermiyor. Bunun için bile yazmaya devam etmelisiniz.” Sonra o renkli üslubuyla Fuzuli ve Baki’den dizeler hatırlatıyor.

Dostlarımın beni unutmasına izin vermemek, yazmak için iyi bir gerekçe midir? Yoksa unutan unutsun, ömür kalanlarla bitirilir mi?

AKLIMDA KALAN

Ankara’nın suyla imtihanı: Tuhaf. Nerede suyla ilgili müsabaka var, Ankara birinci. Oysa denizi uzaktan görsek, tutar bizi. Bir kaşık suda boğulma ihtimalimiz malum. Su kıyısında otursak, suya değil karşımızdaki insanın gözünün içine bakarız. Deniz deyince yürekten, umman deyince gözden başka bilmeyiz. Geçen hafta Plaj Voleybolu Şampiyonasında Ankara Üniversitesi birinci oldu. Dünya sualtı dalış rekortmeni de Ankara’dan çıktı biliyorsunuz. Eymir’e dala çıka başardı. Yelken şampiyonları Ankara’dan. Kaptan brövesi almaya en büyük rağbet de öyle. Mogan gölünde karşıya git gel 3 dakika halbuki. Geçenlerde Ankara Yelken Kulübü’ne gittim bir yemek için. Etrafında bir damla su yok. Dalga geçeceğim ya, deniz kıyısı bir masa istedim. Balkondaki masaya aldılar, aşağısı kuru toprak. Kulağıma eğilip “hava kararınca aşağısı deniz kadar karanlık, karşıdaki bina ışıkları da karşı kıyı gibi oluyor” demezler mi? Tatil hayali kur deseler, ayağımı sokacak bir dere bulmaktan öteye gitmez hayalim.