Nuran YILDIZ

OLMUŞKEN KRALLIK OLSUN!

----- 11.06.2012 - 00:01 -----

İnsan karakteri etkileşim halinde olduğu ilişkilerle belirlenir. Bu basit bir hayat bilgisidir. Dileyen bu bilgiyi tartışabilir.

Muhalefet partileri iktidara alternatif üretir. Bu ise, basit bir siyaset bilgisidir. Ve hiçbir tartışmaya yer bırakmaz.

Muhalefetin, iktidar partisini destekleme, yolunu açma, işini kolaylaştırma gibi bir yükümlüğü yoktur.

CHP Genel Başkanından böyle bir yükümlüğü yerine getirmesini beklemek, getirmediği zaman, iktidarın başarısızlıklarından sorumlu tutmak, destek verdiği zaman alkışlamak bizim siyasetimizin absürtlüğü.

Kemal Bey, Başbakana çıktı. Üzerine düşünce üretmeye gerek bile duymadım. Ancak. “Başbakanın tavrından umutlandım” demesi inanılası değildi. Bir lider nasıl siyasal iletişimden bu kadar habersiz olabilirdi ki?

İktidar destekçisi köşe yazarlarından muhalefete yol göstericilik olur mu? CHP’de oluyor.

Kemal Bey, Mersin’de üniversiteli gençlere “Başarılı mıyız?” diye sorarak yükselen “hayır” sesiyle moralini bozmak yerine, bu soruyu köşe yazarlarına sormalı.

Köşe yazarının yanıtını da yazarın menşeine göre bir yere koymalı. İktidara teşne köşe yazarının alkışladığı her tutumunu kendi siyasi duruşunda olumsuza yazmalı.

Ama. Öyle olmuyor. Yanlış soruyu yanlış yere sorup, takdiri yanlış yerde arıyor.

Siyasi liderlik kitabının ilk sayfasında yer alan bu bilgileri burada hatırlatmak gereği duyduğum için üzgünüm.

Sözün özü, Kemal Bey bu kadar naif siyaset yaparken, Başbakan Erdoğan Başkanlık sistemiyle vakit kaybetmek yerine doğrudan krallığını ilan etsin.

Muhalefet liderine bile umut veren bir Başbakanı ne durdurabilir?

BU GİDİŞ HAYRA ALAMET DEĞİL

Ekonominin “e”sinden anlamam. İletişimin “i”sinden anlarım.

3 Mayıs’ta yazmışım. Merkez Bankası Genel Müdürünün “Kredi kartı borçlanmasının arttığı”na dair sözlerini, ekonomik krizin habercisidir diye yorumlamışım.

25 Mayıs’ta Ekonomi Bakanı Çağlayan, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde “Türk insanı mutlaka ayağını yorganına göre uzatacak tedbirler almalı” demiş.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan aynı gün, Türkiye Katılım Bankalar Birliği (ne demekse) toplantısında “Güven hızlı tüketime sebep oluyor. Kazanmadan harcama yaşanıyor. Geleceğe doğru borçlanıyoruz” demiş.

Şimdi…
Ankara’da ve İstanbul’da alışveriş festivali başladı. Mağazalar gece yarılarına kadar açık, eğlence gırla. İndirim alabildiğine. Çorap almaya çık, kamyonu doldur dön.

Dünya güzeli bir manken festival simgesi. Satın al ve onun kadar güzel ol!

Paran mı yok? Kredi kartın ne güne duruyor! Sahibi olmadığın, daha kazanmadığın parayı harca.

Dahası. Olmayan parayı harcamaya teşvik galasına Cumhurbaşkanı da katılıyor.

Bir yandan ekonomiden sorumlu olanlar uyarıyor, bir yandan harcamaya teşvik için tüm enstrümanlar devreye sokuluyor.

Krize bu kadar içten “gel gel” dersen, kriz gelince de ağlamayacaksın. Ne demiş şarkı “Bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim!”

DÜNÜN SİYASETÇİSİ, BUGÜNÜN DEMOKRASİSİ

Demirel tüm olup bitenleri yine unutulmayacak bir sözle özetleyiverdi anlayana: “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulmaz.”

Darbeleri araştıran komisyon, Demirel’i dinlemeye gittiğinde kafamdaki soru şuydu: “Darbeler hakkında soru sorarken, darbelerde politikacıların rolünü de soracaklar mı ki?”

Konunun bilirkişisi o.

12 Mart’ta “Güçlü bir hükümet kurun yoksa yönetimi devralacağız” diyen askerler için “Muhtırayı verenler ılımlı kişilerdi. Güvercin tabiatlı kişilerdi” diyen o.

11 Eylül’de, 12 Eylül darbesinden bir gün önce, zamanın Cumhurbaşkanı vekili Ali Baransel’e Evren’i soran, “Sıcak buldum” yanıtını alınca da “Demek ki daha bir hafta mühletimiz var” diyecek kadar, darbeyi bekleyen ancak hiç umursamayan o.

28 Şubat’ın Cumhurbaşkanı. “MGK yasal bir kurumdur, Genelkurmay Başkanı kaygılarını bana getirir, ben de MGK’ya götürürüm. 28 Şubat’ta da öyle oldu” diyen de o. Nitekim bu sözlerini komisyona da tekrarlamış.

Darbe ve müdahalelerde siyasetçinin rolü sorgulanmadan yapılan her darbe araştırması eksik kalır.

Bu bilgilerin hepsi, ilk baskısı 2007’de, ikinci baskısı 2010’da yapılan kitabım Tanklar ve Sözcükler’de var.

AKLIMDA KALAN

“Bi büyük Türkiye”: Reklamcılık derslerinde bizi en fazla zorlayan, öğrenciye “basit fikir”in önemini anlatmaktır. Öğrenci farklı olmak, en iyiyi yapmak isteğiyle güdülendiği için çözümün “basit” olacağını kabulde zorluk çeker. Oysa etkileyici olan, düz anlatımdır, olası tüketici dolambaçlı anlatımda kaybolur. Reklamcılık dünyamızın yetenek krizinde olduğu günlerde Yeni Rakı gazetelere öyle bir ilan verdi ki, “iyiymiş” dedik. Ezine’nin peynirini, Güneydoğu’nun acılı ezmesini, Adana’nın kebabını, Karadeniz’in hamsisini, Ege’nin yeşilliklerini bir masada toplarsın. O masayı muhabbetin dibinin bulunduğu masa yaparsın. Farklılıklarda değil bütünlükte demlenen ve de eğlenen insanların altını çizersin. Hepimizin bildiğini bir de gözümüze sokar, hatırlatırsın. Rakının reklamı böyle yapılmaz da nasıl yapılır?