Nuran YILDIZ

GÖZETLEMEK İSTİYORUM!

----- 16.06.2012 - 17:00 -----

Kemal Bey, henüz “Başbakandan umutlu olan” ilk muhalefet partisi başkanı olmuşken, Başbakan “Sen ders verecek değil, ders alacak konumdasın” cevabını yapıştırıyor.

CHP MYK’sı toplanıyor, “Başbakana bu pası nasıl verdik de kalemizde golü gördük?” sorusu tartışılır sanırken. “Olsun, halk Başbakanın üslubunun yanlışlığını görecek” naifliğinde buluşuyorlar. Oysa halk CHP’nin sandığı yerden epeyce uzakta.

Bir muhalefet partisi düşünün ki, Hükümetin çözmekle sorumlu olduğu bir sorunu çözmeye kendisini adıyor. Sanırsınız muhalefet partisi değil de Hükümetin jokeri.

MYK sonrası sözcüsü açıklıyor: “MHP ve BDP’den randevu taleplerimizde ısrar edeceğiz.”

“Pardon?” diyesiniz geliyor, “Niye ki?” diyesiniz geliyor. “Muhalefet partisi değil de hükümet sözcüsü mü oldunuz?” diye sorasınız da geliyor.

CHP’nin siz deyin siyaset yapma biçimine, ben diyeyim iletişim stratejilerine şaş şaş bitmiyor.

Bu kadar aklı başında insan MYK’da, bu kadar akıl dışı politikaları nasıl üretiyor, merak ediyorum. İçerde neler oluyor? Bu merak beni yiyip bitiriyor.

O nedenle, ister eski moda haliyle anahtar deliğinden, ister moda deyimle telekulakla ya da gizli kamerayla CHP MYK’larını gözetlemek istiyorum.

Lütfen Kemal Bey, beni bu bilgiden mahrum etmeyin, lütfen…

İLİŞKİ VARSA SAMİMİYET ŞART MI?

“Yaşamak kişisel ilişki kurmaktır” diyor LaFollette, “sevgi, kimlik ve ahlak” kavramlarını sorgularken.

LaFollette felsefe profesörü. “Kişisel ilişkiler yakın ilişkiler değildir” diyor, haklı. “Dostlarımız ve ailelerimizle önemli şeyler konuşmayız, duyarlılıkla dinlemeyiz. Onlara destek olmak için ciddi çaba göstermeyiz. Üstelik canımız isteyince kendimizi onlarla ilişkiden geriye çekebiliriz” diyor.

LaFollette’e göre evli kişiler bile yeterince samimi değillerdir! Sorusu şu: “Eğer dostluk, aile, aşk bu kadar değerliyse o zaman bunlar neden bu kadar tehlike içindeler?” Samimiyet kavramının ilişkilerdeki önemini sorguluyor.

Samimiyet ilişkileri öldürür sanıyorduk ya, öyle değilmiş. “İlişkilerin yakın olabilmesi için samimiyet gereklidir” diyor.

İki kişi düzenli olarak;
-Kendileri hakkında önemli bilgiler paylaşıyorsa,
-Bunu mahremiyet içinde,
-Duyarlı bir biçimde ve
-Güvenle yapıyorsa o ilişki samimidir.

Kendimizi paylaşmayı (duygularımızı, düşüncelerimizi, zamanımızı, amaçlarımızı vs.) bırakırsak, birlikte olmaya devam etsek bile giderek samimiyetimiz sona erer. Samimiyet bitince de ilişki durumu “idare eder”e geçer.

“İlişki varsa samimiyet şart değil, ama yakın ilişki için samimiyet şart” diyor LaFolette.

KİMSE SÖYLEMİYOR, BANA DÜŞTÜ

“Yalan Dünya” dizisi görkemli bir pazarlamayla, Gülse Birsel’in “Avrupa Yakası” dizisinin görkemli mirasının üzerine yapıldı.

Gösterişli isimler bir araya getirildi. Müthiş bir iletişim, tanıtım, lansman çalışması yapıldı. Medya ilişkilerinin şişirilmesiyle oyunculukların abartısı paralel gitti.

Bir dizinin reytingi için izleyicilerin oluşturduğu fısıltı yönteminden başka yol yoktur, unutuldu. “İzle bak çok çarpıcı”, “Mutlaka izle çok komik” ya da “Bu akşam gelemem televizyonda sevdiğim dizi var” cümlelerinden başka bir reklam yolu yoktur, konu dizi olunca. (Bakınız: Behzat Ç.)

Boşunadır gazetelere, bilboardlara ödenen milyonlarca lira. Hatta çok reklam beklentiyi yükseltir, hayal kırıklığı olasılığını çoğaltır.

“Yalan Dünya” arkasına parıltılı isimleri, Doğan Grubunun sonsuz desteğini alsa da, dillere düşmedi. Twitter’da bile etkisi sınırlı kaldı.

Baktılar olmuyor, televizyon ödüllerini almak için denenen yollar, ödüller alınsa bile şaibeli kaldı, tartışıldı.

Beyazıt Öztürk markasını aşağı çekmiş oldu, ne gerek vardıysa, evlenip çoluk çocuğa karışsa daha iyiydi. Gülse Birsel’inki can sıkıntısından desem, Olgun Şimşek’in abartılı oyunculuğuna ödül bile verdiler.

Dolayısıyla kendi dizilerine aşık olan Doğan Medya, Altın kelebek ödüllerini de bu dizinin oyuncularına sundurdu.

Sonuç, fiyasko. Şaşırmadım, ortalamaların ve kalitesizliğin rağbet gördüğü günlerdeyiz demiyor muyum hep?

Kimsenin söylemeye cesaret edemediği kötü ve abartılı oyunculuğu herkes sahnede çırılçıplak görmüş oldu, nihayet.

AKLIMDA KALAN

“Hangi Nazlı kazanır?” Sorusu: İkisinin de adı Nazlı. İkisi de ana haber sunuyor. İkisi de işini iyi yapıyor. İkisi de haberi yaşıyormuş gibi okuyor. İkisinin de gözleri izleyiciyi delip geçiyor. İkisi aynı yarışmaya girse hangisi kazanır? Yarışma Türkiye’de ise sarışın olan.
Yarışma ABD’de ise esmer olan. Altın Kelebek’te en iyi haber spikeri ödülünü Nazlı Tolga almış. Ödülü hak etmiyor mu? Ediyor. İyi de Nazlı Öztarhan da hak ediyor. Öztarhan sunduğu haberin yöneticisi aynı zamanda. Haksızlık etmek istemem ama yine de sorayım: Nazlı Tolga’nın avantajı sarışın olması mı? Türkün sarışınla imtihanında kazanan hep belli mi olacak? Eşitler arasında hep birinci olmalarını artık kabul mü edelim?