Nuran YILDIZ

ERDOĞAN’IN JESTE İHTİYACI VAR MI?

----- 06.08.2012 - 00:01 -----

Gül-Erdoğan polemiğine bakınca sizde de, monarşik bir taht kavgasını izlediğiniz hissi uyanmıyor mu?

16 Temmuz 2006’da, Sabah gazetesine yazdığım yazının bir kısmı şöyleydi:

… Erdoğan ve Gül ilişkisi onlar tersini iddia etse de sorunsuz bir ilişki değildir.

Sorunun temeli birinin diğerini gölgeliyor olmasından da kaynaklanabilir, yöntemlerinin oldukça farklı olmasından da.

Dışişleri Bakanı (Gül) ne demişti? ‘Yurt içinden de, dışından da bizi birbirimize düşürmek isteyenler var. Biz Tayip Bey'le arkadaşız, aramızda bir rekabet olması mümkün mü? -Seni kızdırmak için çok uğraşıyorlar. Aman ne olur kızma, sakın sert çıkma- dediğim çok olmuştur. Hatta bazen yabancılarla yaptığımız toplantılarda elimle, ayağımla bile ikaz ederim. Tayip Bey'i 'aman yavaş' diye elimle gizlice ikaz ediyorum.’

Bu yazıyı yazdığım günlerde “Hiç olur mu öyle şey” diyenler dün akşam televizyonda “Bunun böyle olduğunu hep biliyordum” havasını atıyorlardı. Oysa geçen haftaya kadar hiç biri Gül-Erdoğan kardeşliğinden şüphe duymadı. Oysa, yazımın yayınlandığı gün üç önemli AKP’liden aldığım telefonlardan anladığım, haklı olduğumdu.

Gül ve Erdoğan dava arkadaşı (dolayısıyla kardeş) olarak yola çıktılar. Ancak ortada üzerinde hemfikir oldukları ne bir dava kaldı ne de siyasete ortak bakış.

İki zıt karakterin sorunsuz bir ilişki götürmesi dün de mümkün değildi, bugün de değil. Bakmayın Gül’ün “Kardeşten öteyiz” açıklamasına, birbirlerine bağlayan zoraki yapıştırıcının (ne olduğu herkese göre değişir) eski gücü kalmadığında durum daha gözle görünür olmuştur.

Bugün Gül-Erdoğan ilişkisi açısından iki önemli nokta söz konusu;

Birincisi, Erdoğan’ın çevresinde yükselen seslerin “Jest sırası Gül’de” demeleri. Eğer Erdoğan’ın iktidarı Gül’ün jestine bağlıysa, hayli güç kaybetmiş demektir. Öyle değilse, çevresinin susmasında yarar var.

İkincisi, Gül’ün uzun zamandır göstere göstere yürüttüğü seçim kampanyasına güvenip bayrak açması kolay karar verilebilecek bir iş değil. Gül siyasi aklı hayli fazla biri. Gemileri yakmadan önce düşünecektir. Bayrak açmak yerine anlaşmanın ve uzlaşmanın yollarını arayacaktır. Kanımca kırgınlık mesajı yerine ulaşmıştır.

Aralarında dava arkadaşlığı yoktur ama siyasi bekaları için “sürdürülebilir kardeşlik” yolları denenecektir. Eğer üçüncü kişilerin hırsları kendi hırslarına galip gelmezse…

Üstelik burası Türkiye. Siyasette değil 24 saat’in, 60 dakikanın bile uzun olduğu bir ülke. Akılda tutmakta yarar var.

Bir de… Başbakanın başdanışmanı Yalçın Akdoğan ne kadar “Daha iki yıl var, bu tartışma yanlış ve zamansız” dese de, torbanın ağzı açılmıştır.

ÇOK DÜZGÜN İNSAN…

Hilmi Özkök, tanık olarak dinlendiği mahkemede İlker Başbuğ için “Düzgün insan” demiş. Ben kendisini tanıyan biri olarak bir ekleme yapmak istiyorum bu tanıma: Çok düzgün insan!

Zaten Başbuğ’un neden tutuklu olduğunu Başbakandan Cumhurbaşkanına kimse anlamış değil.

Kimbilir belki de düzgün adam kıtlığında, nasıl düzgün adam olunduğunu aleme göstermek içindir.

HABERAL’IN DOSTLARINA ÖNERİ

Zaman zaman gazetelerde Mehmet Haberal imzalı açıklamalar yer alıyor. Yarım sayfa. Tıklım tepiş dolu. Anlıyorum söylemek istediği çok şey var.

Haberal’a yakın birileri bu yazıyı okuyorlarsa, bilsinler ki bu yöntem boşuna çaba.

Uzun yazı okuyacak kadar konuya önem veren, ilgi duyan zaten o yazılanları biliyor. Bilmeyenler de zaten ilgi duymayanlar, herhangi bir yazılı metni okumayı zul sayanlar.

Gazeteye ilan verecekseniz, içinizde ne varsa dökmek yerine, okuyanın kapasitesini dikkate alıp en kısa yoldan söylemeniz gerek.

BENİM LÜKSLERİM

Öyle pahalı, ulaşılmaz lükslerim yoktur benim. Marka bir elbise hayal etmem, Ahmet Hakan’dan kazandığım (ve halâ almadığı) Chanel elbise iddiası dışında. Küçük lükslerim vardır, hiçbir şeye değişmem:

Michelin yıldızlı restoranlarda yemek yemektense, adam gibi biriyle bir duvar üzerinde sandviç yeme lüksü.

Venedikte bir hafta tatil yerine, evde derince ve sakınımsız bir sohbet lüksü.

Bir yandan cemaatin televizyonunda “Katırcılar”ı izlerken, diğer yandan telefonda Kadir İnanır’la film ve neden o kanalda yayınlandığı üzerine sohbet lüksü.

Bir televizyon performansından sonra, Başbakanın danışmanıyla orada söyledikleri hakkında eleştiri yapma lüksü.

Konforlu bir Mersedes’le seyahattense, bir sonraki yerleşim yerine kadar arızasız gidebilecek miyiz heyecanını sevdiğiniz biriyle paylaşarak yapılan yolculuk lüksü.

İstanbul’dan acilen gelmesi gereken bir kitabı, üç ayrı arkadaşımın hemen bulup göndermesiyle, aynı kitaptan üç tane olmasının kanıtladığı dostlar lüksü…

Hiçbir şeye değişmem!

GESİ BAĞLARI…

Selda Bağcan Londra konserinde “Gesi Bağları” türküsünü söylemiş. Haberi okuyunca, o salonda olmak vardı dedim içimden.

“Gesi Bağları” her dinlediğimde gözlerimin dolduğu iki türküden biri. Herkes söylese de kimse Selda kadar güzel söyleyemez. Nedenini bilmiyorum. Belki ezgisi yakalıyor yüreğimi, belki sözlerindeki çaresizlik.

Bulunduğunuz yer uygunsa, hadi açıp dinleyin.

AKLIMDA KALAN

Kova burcunun çapkınlığı: Delikanlının biri “Kova burcuyum. Burcumun özelliği gereği çapkınım” demiş. Ertuğrul Özkök de bu sözden yola çıkıp genç adamı eleştirmiş. Konu iki nedenle ilgi alanıma girdi: Birincisi, çocuk kendisinin ne olduğunun farkında. Ona buna asılıp, sonra da “Ben çapkın değilim” rolü kesmiyor. İkincisi, şahsen kova burcu uzmanı sayılırım. Kitabını yazabilecek kadar. Kova burcu için çapkın demek kesmez. Dokunmadığı her karşı cinste hatrı kalan, bunun için de güzel çirkin aramayan birine sorun, kova olma ihtimali yüksektir. Kaliteleri soru işareti ama karizmaları kesinlikle tartışılmaz. Kova birine takılan arkadaşlarıma hep aynı öneride bulunurum: Arkana bakmadan kaç. Dinlerler mi? Hayır.