Nuran YILDIZ

BAŞKA BİR YOL VAR

----- 17.08.2012 - 14:10 -----

Burada başka bir yazı olacaktı, “parçalanma” üzerine. Vazgeçtim. İçimizde kalan bayram keyfi kırıntılarını büyütmek varken, olumsuzlukların üzerine söz söylemek istemedim.

Geçenlerde Yalın’ın “Kasma” şarkısı üzerine yazmıştım:
Sabrına az hayran çokça düşman
Bir temas, bir koku, bir sese inanan
Yanında durmalı, yarın da olmalı…

Sözlerinin yalnızca sevgiliye değil, “insan”a da bir önerisi var. Bir de 1970’lerin tınısı serpiştirilmiş, hoş.

Bu yazın otomobil içi kısmını üç şarkıyla geçirdim: “Kasma”, Sezen Aksu’nun “Ah Felek Yordun Beni”, Mehmet Erdem’in “Sussan olmuyor, susmasan olmaz” sözlerinin geçtiği “Hakim Bey”i. Üçü de yaşama dairdi.

Yaşadığı sorunu anlatırken her cümlesinde “ben, ben” diyen çok önemli bir şahsa, “Sen kimsin!” diye çıkıştığımda afallamıştı. “Sen” demiştim ona, “herkesten birisin sadece. Senden o kadar çok var ki, çık zihninden dışarıya kendine ve başkalarına bak.”

Yaşadığı sorunlara kendi durduğu yerden değil de, başka gözlerden bakmayı başarınca, hem sorunun o kadar önemli olmadığını hem de başka başka çözüm yolları olduğunu fark etmişti.

Hayat basit aslında. Sizin ve sevdiklerinizin çok önemli bir sağlık sorunu yoksa.

Kendinizi fazla önemsemeyin. O zaman hayatın gerçek yöneticisi olmaya yükseldiğinizi göreceksiniz. Başka biri sizden daha çok biliyor olabilir. Daha akıllı olabilir. Ya da tam tersidir, ne önemi var. Herkes kendi nefesini alır.

Ne var biri sizi kırdıysa, ya da siz birini kırdıysanız? Kızdıysanız. Dünyanın sonu değil ki. “Sana kırıldım, çünkü…”yle kendinizi ifade etseniz neyiniz eksilir? “Seni kırdım, kızmıştım” deseniz ne olur?

Sözcükleri kullanmayı deneyin. Onlar sizi esir etmesin. İktidar, sözcükleri yönetebilmektir.

“Çıkmaz” diye bir şey yok, ölümcül bir sağlık sorunu değilse yaşadığınız. Duygularınızın ve aklınızın perdesini kaldırdığınızda, “çıkmaz”ın açık kapılarını görebilirsiniz.

Çatışmak yerine uzlaşmak için oturulan masadan, iyimser sonuç çıkması kötümser sonuç çıkmasından fazladır.

Kırmızıyı görünce çıldıran boğayı biliyorsanız, neden boğalaşıyorsunuz da durumun saçmalığını fark etmiyorsunuz?

Küsmek. Kasmak. Kopmak. Kavga etmek. Kırmak. Savaşmak. Başka bir yol yok sanmamızın sonuçlarıdır. Her zaman başka bir yol var oysa. Bir tek ölüm tüm yolların bittiği yer.

Yenilmek savaşmanın sonucudur. Savaş yoksa yenilgi de olmaz. Düşmana düşmanca davranmak zorunda olmadığımızı anlasak. Onu hıncıyla baş başa bırakıp yürüyüp gitmekten daha büyük zafer mi olur?

Bu bayram deneyin. Başka bir yol var, bulursunuz.

İŞTEN AT(MAK) OLMAZ!

Rahmi Turan, Ersin Tokgöz’le yaptığı söyleşide canını sıkan şeyin Hürriyet’ten, iktidarın baskısıyla uzaklaştırıldığı halde, okunmadığı için uzaklaştırıldığının söylenmesi olduğunu belirtmiş.

Birkaç yıl önce Habertürk’teki yazılarıma son verildiğinde, gerekçe okunmamam değildi.

Aksine, editörüm artık yazmayacağım haberini aldığında kabullenmek yerine patronuna itiraz etmiş, “Sayfam bu kadın sayesinde okunuyor” demişti, sevgili Cüneyt Toros bu satırları okuyorsa bana bir el sallasın.

Halâ Habertürk’te yazılarıma neden son verildiğini bilmiyorum ama okunmamak olmadığından eminiz.

Bildiğim bir şey var, bana Habertürk’te yazdırmayan Başbakan Erdoğan değildi. İktidardaki kişi değil, iktidar yancısı biri, tamamıyla kişisel nedenlerle yaptırmıştı bunu.

Başbakan Erdoğan geçen gün, aracı kullanmak yerine açıkça, Cüneyt Özdemir’i işten atmayan patrona kızdı.

Başbakan Erdoğan’la, Türker İnanoğlu arasında sıkışan Aydın Doğan CNN Türk’ü de satmaya kalkarsa şaşmayın.

Evet, Cüneyt şımarık bir adamdır. Bu tarzı yazılarına da yansıyor.

Evet, Cüneyt kurduğu cümlelerin içeriğinden çok nasıl durduğuna odaklanır.

Ne dediğinden çok ne reyting alacağını hesaplar. 32. Gün’den alışkanlığı.

Vefa, Cüneyt’in bildiği bir sözcük değildir. Dostluk, ancak getirisi varsa anlam ifade eder.

Evet, Cüneyt benim hakkımda asılsız, saçma sapan yazılar yazmıştır. Pişmemiş bir yanı vardır.

Yine de Başbakan Erdoğan’ın, Cüneyt’i ya da başka bir gazeteciyi işten attırması kabul edilebilir değil. Gazetecilerin üzerine kırmızıyla çarpı atılmasına itirazım var.

BODRUM’DA GÖZDEN UZAK

Tatildeyim. Ne zaman döneceğimi soranlara “Dönmek mi? Hiç düşünmedim” yanıtını veriyorum.

Geçen akşam İstanbul’dan gelen, hayli magazinel bir arkadaşımla yemeğe çıktık. Dolayısıyla gözden uzak bir balıkçı seçtik.

Sohbet sohbeti açtı ve magazin haberlerinden dili hayli yanmış biriyle, magazine konu kişiler hakkında konuştuk. İsimleri değil, belirli bir kesimdeki ilişkilerin tuhaflığını ve mantığı.

O, zenginlerin eğlence mekanı Bilyoner’in Bodrum şubesinde, VIP localarda holding sahiplerinin sevgilileriyle (eski tabirle metresleriyle) ne kadar rahat eğlendiklerini, buna rağmen medyaya haber olmamalarını anlamakta zorluk çektiğini anlattı. Kendisi yalnız görünse bile haber çünkü.

Ben de ona sordum; Sosyete denen kesimde, aklı başında görünen adamlar kendisini aldatacağı aşikar olan kadınlarla neden evlenir? Neden çanta markasının havasını atmaktan öteye gitmeyen bir sarışın vazgeçilmezdir? Neden eşlerinin ya da sevgililerinin başkalarıyla da ilişkisi olduğunu bildikleri halde bir şey yokmuş gibi davranırlar?

Arkadaşım öyle bir yanıt verdi ki, söz bitti: “Onlarla aynı frekansta olmadan onları anlaman mümkün değil.”

Neyse ki, geceyi magazin muhabirlerine yakalanmadan bitirdik. Benim gibi kendi halinde biri medyanın umurunda olmazdı ama beyefendi, merhabalaştığı herkesi magazin sayfalarına taşıyan biri olunca tedirgin olmamak mümkün değildi.

Demek ki neymiş? Bodrum’da bile, görünmek istemezsen görünmeyecek yerler varmış.

AKLIMDA KALAN

Hürriyet’in “Asabi Gurme” köşesi: Çok akıllıca bir iş. Saçma sapan yemekleri öven köşe yazarlarından bıkmıştık. Körler, sağırlar birbirini ağırlar mantığında, evde önünüze konsa bin laf edeceğiniz lezzetsiz yemekleri büyük paralara kakalayan meşhur mekanları öven yazarlar hayli sıkıcıydı. Kötü yerleri ve yemekleri de yazan birinin olması iyi fikir. Yalnız, “asabi gurme” meşhur mekanlara laf edip sahiplerini kızdırmamak için gariban restoranlarını eleştirmeye kalkarsa kötü.