Nuran YILDIZ

SUSSANIZ BİRAZ… ZİRVE FALAN YAPMASANIZ…

----- 04.09.2012 - 13:15 -----

Başbakan, Başbakanlık binasına geliyor. Kapıda muhabirler canlı yayında.

Bakanlar, Başbakanlık binasına geliyor. Kapıda muhabirler canlı yayında.

Genelkurmay Başkanı, Başbakanlık binasına geliyor. Kapıda muhabirler canlı yayında.

Her terör olayından sonra toplanıp konuşuyorlar, saatlerce. Muhabir mikrofona bağırıyor: “İçerde gerçekleşen sürpriz görüşmede…”

Sürpriz mi? Ne sürprizi? Her gün tek tek, haftada bir topluca şehit veriyoruz.

İlk değil. Yeni değil. Sürpriz değil.

Ne yerine şaşırıyoruz, ne oluş biçimine.

Şehitlerimizin tabutlarını sayıyoruz her gün, her gün.

Acılarımız yeni değil, kangren epeydir.

Yine de devletin zirvesi sürekli toplanıyor, saatlerce konuşuyor. Bizim şaşırmadığımız duruma onlar şaşırıyor demek ki…

Yanıtı ortada durumlara yanıt arıyorlarsa, saatler süren “zirve”den çıkan sonuç ne?

400 km toprağa kimin hakim olduğu konusu bile muamma. Biz hakimiz de, teröristler kapımıza kadar nasıl dayanıyor?

Biz hakimiz de, gazetecinin kendi ülkesinin güneydoğusunda, masa kurup kahve içmesinin nasıl haber değeri oluyor?

Cumhurbaşkanı “Cezalarını çekecekler” diyor.

TBMM Başkanı “Amaçlarına ulaşamazlar.”

Başbakanın ağzından çıkan, “Umutsuzluğa kapılmayalım, kine yenilmeyelim.”

Genelkurmay Başkanının, başsağlığı dileklerine yanıtı “vatan sağ olsun.”

Bu cümlelerle doluyken cepleri. Ezberleri. Ne konuşuyorlar, her terör zirvesinde?

Teröristin üzerindeki giysilerin uyumunu mu? Ayakkabısının markasını mı? Saç kesim tarzını mı? Silah tutuş şeklini mi?

Terörün sürpriz olmadığı bu ülkede, her gün toplanıp halâ sürpriz olan zirve! İşte budur halimiz.

Oysa biraz sussanız. Sizin susmanız acılara tahammül etmemizi kolaylaştıracak belki de. Toplantı yapmayı bıraksanız, yaralarımızın üzerinde tepinir gibi. O zaman umutlanacağız iyi günler için.

Cenazelerimizde ön safları kapma yarışına girmeseniz. Görünmez olsanız…

Milletin acılarıyla sizin varlığınız arasına uçurumlar girmese…

OKTAY KAYNARCA ÇİN’E GİTSİN!

Hem de hiç durmasın. THY’nın Pekin seferleri arttı nasıl olsa.

Haber başlığında “Oktay Kaynarca Başbakana mektup yazmış” başlığını okuyunca sandım ki, ülke sorunlarına dikkat çekmiş. Sandım ki Silivri’de yaşananlarla ilgili duyarlılık göstermiş. Sanatçı duyarlılığı denen şeyden haberdar sandım.

Hani bir de “Ustura Kemal”i oynuyor ya, karakterin yurdunun sorunlarına duyarlılığından nasiplenmiştir sandım.

Nerden bileyim adamın, meğer karısıyla tekne sefasını fotoğraflayan magazincileri Başbakana şikayet ettiğini? Bir de sıkılmadan “Çin’e mi gidelim?” Diye sormuş.

Ülkesinin sorunlarına bu kadar uzak, kendisine kafayı takık bir adama Çin yakışır. Derhal gitsin. Hatta daha uzak neresi varsa oraya kadar yolu var!

ACAYİP BİR ADAM

Hıfzı Topuz. Kalkmış Paris’e gitmiş. Namık Kemal ve arkadaşlarının izini sürmek için.

90 yaşında! Araştırmacı. Yazar. İnanılmaz bir yazma coşkusu. Yaşam enerjisi. Her “Benden bu kadar” cümlesini kurduğumda aklıma gelip beni utandıran adam.

90 yaşında! Ağzı iyi laf yapıyor. Kalemi harika yazıyor. Duruşuyla, giyimiyle çakı gibi. Ve ben ona aşık olan genç kızları, onun aşkından ölen genç kadınların sırlarını biliyorum.

O yaşta, kadınları kendisine bağlamayı başaracak kadar etkileyici olması inanılmaz. Biri bu konuyu incelemeli. Beni okuyan gazeteciler sizlere söylüyorum!

MOVENPICK-İSTANBUL

Ürün ve hizmetler birbirlerine benzeyince ayrıntıların kazandığı önem alıp başını gidiyor. Müşterilere kraliyet üyesi muamelesi yapılınca ortalık şımarık müşteriden geçilmiyor. En şımarıkları da restoran ve otel müşterileri oluyor haliyle.

Hafta sonu, Movenpick-İstanbul’da kaldım. Levent’te. İstanbul’da başka iyi otellerde de kalmıştım ama Movenpick’ten ayrı keyif aldım.

Kahvaltıda, yan masadaki müşteri görevliyi çağırıp pankekin içinin pişmediğini söyledi. Görevli konuyu sanki dünyanın en önemli işiymiş gibi değerlendirip hemen yenisiyle değiştirdi. Gülümsedim.

Görevliyi gözlerimle takip ettim. Yüzünde “ilerdeki masada sorunlu müşteri var” ifadesi var mı merak ettim. Yoktu. İşlerini yapmaktan keyif alan bir personeli var Movenpick’in. Nezaketleri zoraki değil.

İnsan kaynakları sorumlularını kutluyorum. Bir tek, odalara çıkarken asansörde kart kullanımının zorunlu olması canımı sıktı o kadar.

AKLIMDA KALAN

“Bu acıların sonu ne zaman gelecek?” isyanı: Önce kendileri öldüler. Kuddusi Okkır. Kanserden. Sonra eşleri öldü uzakta. Doğan Yurdakul. Sonra annelerini verdiler toprağa. Mehmet Haberal. Şimdi çocukları ölüyor dışarıda. Yarbay Mustafa Dönmez. Onlar suçlarını bile bilmeden parmaklıklar arkasındayken. Canları akıyor toprağa. Kimse bir şey yapmıyor.