Nuran YILDIZ

KRİZDE İLETİŞİMİNDE ÖNCELİKLER

----- 08.09.2012 - 13:15 -----

Çok sevdiğim bir gazeteci aradı. Afyon’daki patlama sonrası her kafadan bir ses çıkması üzerine konuşmak istedi Hürriyet Tablet için.

Genelkurmay’ın açıklamasıyla Çevre Bakanının açıklaması birbirlerini tutmuyordu ya. Çevre Bakanının “olur böyle şeyler” demesine, Hindistan, Pakistan örneği vermesine bir iletişimcinin bakışını merak etmişlerdi. Onlara anlattığımı size anlatmaz olur muyum?

Kriz anında iletişim yönetimi nasıl olmalı? En iyisi madde madde gitmek:

1. Her kafadan bir ses çıkması yerine “yetkili” biri konuşmalı.
2. “Yetkili” kişi ile “önemli” kişi birbirine karıştırılmamalı.
3. Sorulara yanıt verecek yetkili güvenilir olmalı.
4. Mesaj akışında boşluk bırakılmamalı.
5. Hızlı ve doğru bilgi akışı sağlanmalı.
6. Konuşmakla iletişim kurmak birbirine karıştırılmamalı.
7. İçinden geçilen zamanda krizlerin normal durumlara dönüştüğü fark edilmeli ve sürekli kriz iletişim merkezleri kurulmalı.
8. Devlet görevlilerinin açıklamaları arasında tutarlılık sağlanmalı.

Peki kriz sırasında halk ne bilmek ister?
1. Kriz anında önce kendisinin ve sevdiklerinin güvende olduğunu duymak ister.
2. “Neden?” sorusuna yanıt bulmak ister. (Medyanın “nasıl” sorusunun ardından koşmasına bakmayın.) Siz “neden”i vermezseniz o bulur ve onun bulduğu da spekülasyonlara uygun olur.
3. “Neden”den sonra, başkalarının başına geleni bilmeye sıra gelir. Kaç ölü, kaç yaralı, ne kadar hasar vs?
4. Önünü görmek, tehlikenin sürüp sürmediğini bilmek ister.

YAPMA AHMET HAKAN YAPMA!

Her gün şehitler veren bir ülkede, başından kaza bela eksik olmayan bir ülkede, acılar üzerinden esprili yazı yazmaya çalışma.

İletişimi sapır sapır dökülen bakanlara kafa bulan önerilerde bulunma. “Şehit dili ve edebiyatı” kitabı gibi alaysı ifadeler kullanma.

“Ağla… Ağla… Belki açılırsın.” diyerek dalga geçme.

Derin acılı bir gündem üzerinden şov yapmak sana yakışan bir şey değil. Frene bas.

“HAK EDİYORUM BUNU…”

Geçen yazımda Silivri’de yaşanan dramlara dikkat çekmiştim. Okurlarım arasında adaletsizlik karşısında vicdanı kararmış olanlar varmış, utandım.

Ancak. Bir okur olanca nezaketle “Hanımefendi eğer ilgilenirseniz” sitemiyle KCK davasında tutuklu bulunan kalp hastası hakkında bilgi eklemiş.

Haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında ayrışmak, o haksızlıkları ve adaletsizlikleri büyütür.

Tarihte “insan”ın herkes için “hak ve adalet” isteğinden uzaklaştığı dönemler karanlık çağa girildiği dönemlerdir.

Hak ve adalet tek renktir. Tek cins. Tek düşünce. Durduğumuz yere göre onu bölmek olmaz.

Hangi cezaevinde, hangi gerekçeyle tutuluyor olursa olsun insan. Adını bilmediğimiz, derdini anlamadığımız herkes için talep etmemiz gereken şeydir hak ve adalet. Kimin başına geldiğine bakmaksızın.

Hak etmeden ceza alan, hak ettiğinden fazla ceza alan insan yaşamak için dayanıksız kalıyor.

“Bunu hak etmedim” diyen biri ölümü de çağırmış oluyor. Çünkü haksızlığa tahammül katlanılır bir yük değildir.

“Hak ettim bunu” diyebildiğimiz sürece, ayakta kalabiliyoruz.

O okura yanıt verdim işte. İsimleri tek tek anmadım diye adaleti kişiye göre kesip biçmek benim karakterim değil. Eğer “insanım” diyorsak, insanca durmak gerek.

OLMUYOR

Hem her dönemin gazetecisi olacaksınız, hem önünüzde medya patronları, siyasetçiler ceket ilikleyecekler. Yıllar yılı medya köşelerini tutacaksınız sonra da yazı başlığınızda AK Parti yerine AKP yazdığınız için açıklama yapma gereği duyacaksınız. Taha Akyol gibi. İşte bu olmuyor!

OLUYOR

Hem bu ülkenin en şımarık kadınlarından olacaksınız, hem yeteneği sınırlı bir oyuncu olacaksınız. Üstüne de bir üniversite bitirdiğiniz için entelektüel imajından nemalanacaksınız. Pelin Batu gibi. Burası Türkiye, oluyor işte!

AKLIMDA KALAN

İhsan Oktay Anar fenomeni: Önce bir arkadaşım önerdi. Sonra Ersin Tokgöz. “Okumalısın” dediler. Beni tanıyorlardı. Beğenilerim konusunda fikirleri vardı. “Tamam” dedim, zamana bıraktım. Zamanla yeni bir yazar, yeni bir yer, yeni bir insan tanımak için can atmıyorsunuz. Ya hevesiniz kalmıyor, ya da zamanınız yetmiyor, sıra hiç sonraya bıraktığınıza gelmiyor. Bir türlü İhsan Oktay Anar okumaya başlayamadım. Geçen hafta sonu Akşam gazetesinde onun hakkında bir analiz okudum. Medyada olmayı sevmediğini öğrendim. “Kafama göreymiş” dedim. Popüler olmakla, çok satmak arasındaki farka örnekti. Sevdim. Tam evden çıkıp kitaplarını almaya gidecektim ki, yakın bir arkadaşım uğradı. Hastaydım, merak etmiş. Elini çantasına attı ve İhsan Oktay Anar’ın son kitabını, “Yedinci Gün”ü çıkardı. “Hastasın ya, yatarken okursun diye getirdim” dedi, bu tesadüfe gülümsedim. “Yedinci Gün”ü okuyorum, düşüncemi size bildireceğim.