Nuran YILDIZ

MECLİS, MECLİS OLALI BÖYLE KOMİSYON GÖRMEDİ!

----- 15.10.2012 - 00:30 -----

Günlerdir izliyorum. Çağrılmayan kalmadı. Eski Cumhurbaşkanı. Siyasetçiler. Bürokratlar. Hukukçular. Gazeteciler. Patronlar.

Bir kısmı hayli yaşlı. Bir kısmı çocuğunu görse tanımayacak halde. Bir kısmı davet edildiğinde, hayatı boyunca ilk kez kendini önemli biri gibi hissetmiş olmalı.

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’ndan söz ediyorum.

Komisyonun aldığı hal, kafamı öyle karıştırıyor ki sormayın. Sahi Komisyon geçmiş darbelerin nedenlerini mi araştıracaktı? Olası darbelerin önünü kesmeye mi çalışacaktı? Karanlık günleri mi aydınlatacaktı? Psikiyatr koltuğu görevini mi üstlenecekti?

Ciddi ciddi insanlar, büyük masanın etrafına oturuyorlar. Davet ettikleri geçmiş zaman tanıklarını dinliyorlar. Onlar da meğer anlatmaya ne heveslilermiş, döküldükçe dökülüyorlar.

Orada anlatılanlara bakarsanız, her şey aydınlanmak yerine doğrular, yanlışlar iyice birbirine karışıyor.

Dedikodular. İtiraflar. Gammazlamalar. İç dökmeler. Pişmanlıklar. Hesaplaşmalar. Korkular.

Nihayet biri, Cindoruk, “Ben gelmiyorum” dedi, “bu yaptığınız araştırma değil.”

Bir zamanlar ABD’de, siyahlara karşı yapılan zulümlerden pişmanlık duyanlar, toplanmış bir grubun önünde itiraf ederler, iç huzuru ararlardı. Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun yaptığı da biraz buna benziyor.

Durumdan sonuç çıkar mı bilmem. Benim bildiğim iç dökümünün yeri Meclis olmamalıydı bu bir.

Davet edilen konuşmacılara doğrudan kendilerinin dahli olan konularla sınırlı kalmaları önemle hatırlatılmalıydı bu iki.

Bu komisyonlarda ruh hekimleri de olmalıydı bu da üç!

İKİ ADAM, İKİ YANLIŞ

Bir: Ali Sabancı siyasete girmek istiyormuş. Sanıyor ki siyaset yapmak ideallerini gerçekleştirmek için uygun eylem. Kendisine acil tavsiyem, Meclis’teki siyasetçilerle konuşup bu düşüncesini gözden geçirmesi. Yok eğer ısrar edecekse, kabineye girmeyi garantileyecek hazırlıklar yapması.

İki: Alex De Sauza Başbakanın “Türkiye’nin yüzü ol” teklifini kabul etmiş. Bunca olaydan sonra Alex, Türkiye’nin olsa olsa somurtuk yüzü olur ki bu da hem kendisi hem Türkiye için yanlış olur.

ERKİN BABA SEVERLERE MÜJDE

Twitter gençliği pek bilmez. Ama bizler için “efsane” deyince akla “Erkin Koray” gelir.

İşte o Erkin Koray’la geçen hafta bir yemekte yan yana oturdum. Elini omzuma koydu Erkin Koray! Elim ona dokundu!

İki kıytırık şarkıyla ortaya çıkanların havasından geçilmezken, Erkin Koray yemek salonuna bir gölge gibi süzülmüştü. Kimse beni görmesin dercesine.

Büyük masanın etrafında dizi şöhretleri de vardı. Şöhretten hafif kasıktılar. Ben Erkin Koray’ın omzuna iyice eğilip fotoğraf çektirince (Aklımdaki Fotoğraflar’a koyacağım yakında) onlar da kasıntılıkları bırakıp Erkin babayla fotoğraf çektirme kuyruğuna girdiler.

Elbette girecekler. Türk rock’unun efsanesiyle yan yana olmak bu.

Benim için o;
“Bir sevda çölünde bıraktın beni,
kanadı kırılmış bir kuş gibiyim
Dönüp de bakmadın bir gün halime,
sokağa atılmış bir taş gibiyim
O eski hayalin her an karşımda,
gözyaşlarım çağlar her anışımda
Ayrılık şarabı gönül tasımda,
içmeden yıkılmış sarhoş gibiyim…”

Benim için o;
“Aşktan yana şansım yok ağlıyorum derdim çok
Aşkımı kaybetmişim, sordum sordum bulan yok
Dün gece çok aradım, aradım bulamadım
Kör olasıca çöpçüler aşkımı süpürmüşler…”

Benim için o;
“Aşkımız bitecek böyle giderse,
Bende hiç günah yok kabahat sende…”

Bu sözleri okurken müzikleri zihninizde çalmadı mı? Çalmıştır, eminim. Sizin için de o, başka şarkılar demek belki de…

Onu yanı başımda bulmuşken, dizinin dibinde sazını dinleyemeden kaybettiğim Neşet Ertaş’ı andık birlikte.

Aklıma gelen her şeyi sordum. Hakkında söylediğim her güzel cümleye başını eğerek karşılık vermesi, beni bitirdi.

“Ne zaman yeni bir albüm gelecek?” dedim, “elbette eskiler bin ömür yeter ama…”

“Yakında” dedi. Meğer yeni albümü bitmiş. Şarkılar hazırmış ama ortaya çıkarmıyormuş. “O kadar çok hırsız var ki” dedi.

Erkin Koray hastaları, müjdem size, yeni albümünün eli kulağında.

AŞIK BİR KADIN, AŞIK BİR KADINDIR SADECE

Işın Karaca, Türkiye’nin en iyi seslerinden biri. Şarkıları yürekleri saracak kadar içten, sesi kulakları dolduracak kadar güçlü. Ağır başlı. Gerçek bir sanatçı.

Bir gün adamın birine aşık oldu. O adam için acı çekti. Kavgalar etti. “İlk kez biri için kavga ettim” diyor zaten. O adamla evlendi. Ondan çocuk yaptı. Şarkı söylemek, alkış almak, kalabalıklarca sevilmek hiç umurunda olmadı. Bir tek adamın beğenisi için yaşamaya başladı.

O adamdan ayrıldı. Öldü. Bitti. Karardı.

Sonra bir gün. O adamla yeniden barıştı. İşte o anların görüntülerini görmeliydiniz. Bir çocuk gibi şen. Cıvıltılı. Mutluluktan sersemlemiş.
Aşık bir kadın. Yeryüzünün en anlamlı manzarası bence.

AKLIMDA KALAN

“Bu çocuğun bir anası yok mu?” sorusu: Arda Turan’dan söz ediyorum. Yıllar yılı yazarım, Arda Turan’ın iletişimi içler acısı bir halde. Ne sevgilisiyle yaşadıkları imrenilesi bir hikaye çiziyor ne de oynadığı maçlar akıllarda kalıyor. Kendi markasını ucuzlattıkça ucuzlatıyor, “ucuzcu marka”lardan bir giyim firmasının reklamlarında oynuyor. Hadi Paris Hilton’la onu dengeliyor diyelim. İyi de bu çocuğun saçlarını bir hale, yola koyacak kimse yok mu? Bir gün afacan çocuklar gibi kıvır kıvır, bir gün inek yalamış türünden kafasına yapışık. Tamam Arda’nın iletişim yönetimiyle ilgilenen ciddi kimse yok. İyi de bu çocuğun anası da mı yok?