Nuran YILDIZ

“BİZ” BURDAYIZ…

----- 22.10.2012 - 00:01 -----

Şanslıyım. Gittiğim her yerde beni takip eden okurlarım var. Yazılarımdaki küçük bir buğulanmayı hemen fark edip “Hayırdır?” sorusuyla karşıma çıkıveriyorlar.

Ortadan kaybolsam, enseme yapışıyorlar: “Nereye gittiniz?”

Hüzünlenmişsem kaçırmıyorlar: “Aşık mısınız?”

Hastalıktan söz etsem, ilaç tavsiye ediyorsunuz. Doktora götürmeyi teklif edeniniz bile var.

Gittiği yerleri seven okurdan “Mutlaka siz de gidin” önerisi geliyor, ekte fotoğrafıyla.

Sevmemişseniz “Aman ha” diyorsunuz.

Okuyup bayılmışsanız bir kitaba, ya tavsiye ediyor ya da alıp gönderiyor kiminiz.

Plajda parmağımdaki yüzükten tanıyanınız var!

Kendi yaptıklarını paylaşıyor kimi. Kimi cımbızla bir sözcüğü çekip alıyor.

Asistanım şöyle dedi geçen gün: “Size ait bir cümle, bana bambaşka bir yerden geldi.”

Sordum hemen, “Altında ismim var mı?” Varmış, sevindim. Biliyorsunuz internet çıkalı mertlik bir kez daha bozuldu, elini uzatsan fikir hırsızına çarpıyor.

İşte o güzel, iyi, sabırlı, devamlı okurlarıma bir süredir haksızlık yaptım. Kurulu düzeni (haftada iki gün politika, bir gün hayata dair yazılar yazma düzenini) bozdum.

Okur alışmıştı, ben alışmıştım. Küçük bir aksamada, “bir şey mi oldu” diye meraka düşenler vardı.

Hayatın derdi. Bir koşuşturma, bir hiçbir şeye yetişememe. Yazıların düzeni elimden kaydı gitti.

Tam yazmayı hepten bıraksam mı diyordum ki, kapımda ellerinde çiçekle bir çift beliriverdi. Okurlarımmış. Öyle sıcak ve sevgi doluydular ki yazmaya devam dedim.

Çünkü “benim” yazılarım, “biz”i, en sevdiğim sözcüğü yaratmış. Şimdi konuyu “biz”e, okurlarıma açıyorum ve soruyorum: Haftada kaç gün, hangi konularda yazmalıyım?

www.nuranyildiz.com’da neler olsun, nasıl olsun?

“Biz” buradayız.

O SIRADA ÜZERİNDE NE VARDI?

Duymuşsunuzdur. Üniformalıyken uygunsuz durumdaki görüntülerini kaydeden Deniz teğmen “Silahlı Kuvvetlere uygun değildir” gerekçesiyle ordudan atılmıştı.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararı reddedip, teğmenin TSK’dan çıkarılmasına gerek olmadığı kararını verdi.

Teğmenin savunması “özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı” üzerine oturtulmuş. Mahkemelerin insanların özel yaşamlarını koruyan kararlar vermesine hasret kalmıştık.

Hangi pozisyonda ve hangi giysiyle seks yapılacağına da çalıştığınız kurum ya da mahkemeler karar verecekse, ortaya çıkacak manzarayı düşünsenize.

DÜŞÜNDÜM, BULAMADIM

Altın Portakal’ın bu yıl teneke portakala dönüşmesiyle, Antalya’nın CHP’li belediyesi arasında bir ilişki olup olmadığını çok düşündüm.

Mehmet Şevki Eygi’nin Teke Tek’de, muhafazakârlık üzerine saptamalarını dinlerken, sonsuz itici bulduğum bir adamı o programda sempatik bulmamın tuhaflığını çok düşündüm.

Her reklamın cıngılında, Nil Karaibrahimgil’in, hep aynı melodide, hep şımarık kız çocuğu mood’unda şarkılarla karşımıza çıkması için reklamverenlerin nasıl ikna edilebildiği konusunda çok düşündüm.

AKLIMDA KALAN

Kendin pişir, kendin ye film festivalleri: Baktılar ki Türk sineması ne yapsanız da dünyaya açılamıyor. Baktılar ki yurt dışında kimse Türk filmlerini umursamıyor. Çözümü buldular: “Haydin toplanın kendi festivalimizi yapmaya gidiyoz!” O da şöyle oluyor: Örnek son Roma Türk filmleri festivali. Haritada bir şehir seçiyorsun. Karizması ve havası olan bir şehir. O şehrin büyükelçisini ve bir bakanı bağlıyorsun. Filmleri alıyorsun, o filmlerin oyuncularını, ekibi alıyorsun, Roma’ya varıyorsun. Türk gazetecileri ve Roma’daki Türkleri toplayıp festival yapmış oluyorsun. Ödül safhası ayrı komedi tabii. Türk yönetmene (ki ortada yarışma yok) uygun bulduğun ödülü, yine Türk bakan veriyor. Size de, “Madem her şey baştan sona bizden, ne diye onca masrafı yapıp onca yolu gidiyorsunuz ki?” sorusunu sormak düşüyor.