Nuran YILDIZ

DEMLİ VE ŞEKERLİ

----- 25.10.2012 - 00:01 -----

Yaşamın tuhaf dengesi bu mu? Beden enerjisini yitirmeye başlayınca mı ruh da durulmaya başlıyor?

Bir zamanlar deli, çılgın, atak, saçma, sorumsuz davranışlarıyla bildiğimiz insanlar yaş aldıkça ağırlaşıyor.

Kimi buna olgunlaşmak diyor. Kimi ders almak. Kimi yorulmak.

Ben demlenmek diyorum. Tam yerine uyuyor.

Kaynar suyu demliğe döktüğünüzde, çay nasıl köpürüp yüze çıkıyorsa, aynen öyle.

En sert çay sapı en son çöküyor dibe.

İnsan da öyle.

Demlendikçe güzelleşiyor. Sözü değer kazanıyor. Yürek ağrıları, kalp burkulmaları azalıyor.

Daha çok anlıyor, daha az konuşuyor.

Sivrilikleri törpülenmiş, dalgalanmaları durulmuş oluyor.

Daha az gaza, daha çok frene basıyor.

Bedenindeki her delikten fışkıran egolarını terbiye ediyor.

Hayatın okuttuğu kitabı her gün yeniden özetliyor.

Bağırmıyor, fısıldıyor. Duymak isteyen duyar fısıldasan da. Duymak istemeyen duymaz bağırsan da. Artık biliyor.

Yenilecek misin, kazanacak mısın? O büyük sorunun yanıtını artık biliyor olmanın hükmünü sürüyor.

Beden küçülmenin eşiğine gelince, ruh büyümenin eşiğinde duruyor.

Bu bayram ve her bayram büyüklerin ellerinden öpelim…

EN GÜZEL KRİTER

Bir dostla rakı-balıktayız.

Aslında öyle vatan falan kurtarmak değil derdimiz. Kendimizi koyduk masaya. Kendini kurtaramayan vatanı hiç kurtaramaz, ikimiz de biliyoruz. Yaşadık. Öğrendik.
Yine beceremedik. Döndük dolaştık geldik vatana. Dostum dedi ki “Kişi başına düşen şair sayısı artmazsa bizden bir şey olmaz.”

Ben düzelttim, “Kişi başına düşen şiir sayısını artırmak lazım.”

Sonra ikimiz de gelişmişlik kriteri olarak “kişi başına düşen şiir sayısı”nın güzelliğine gülümsedik.

“APTALCA”YA NE DERSİNİZ?

Fatih Terim tavrını hiç bozmuyor. Maçtan önce de, sonra da. Yense de, yenilse de. Kafa havada, o meydan okuyucu açıyla.

Cluj maçı 1-1 bitmiş. Şampiyonlar Ligi’nde avuç yalanmak üzere. Terim konuşuyor: “Yediğimiz goller için ilginç, komik, enteresan sözcükleri dışında bir sözcük bulmalıyız.”

Ben buldum Fatih Bey, “aptalca” sözcüğüne ne dersiniz?

NASIL ATLAMIŞIM!

Kendime kızdım. Hem de çok! Müfide İnselel’i atlamışım.

5 yaşında piyano çalmaya başlamış. Keman okumuş. Konservatuarlı.
İlk albümünü 2005 yılında çıkarmış. Ve orada da kalmış.

Tam yedi yıl sonra keşfettim onu. Kıpır kıpır. Keyifli bir müziği, süper şarkı sözleri var. Yolda. Tatilde. Evde. Size eşlik eder. Ritm tutar, düşünür, gülümsersiniz.

Internet’ten dinliyorum. Albümünü bulamadık piyasada, yedi yıl geçtiğinden belki.

Neden bu kadar sessiz kalmış? Nasıl bu kadar görünmez olmuş? Anlamadım. Müziğin “m”sinden anlamayanların imza dağıttığı piyasada hem de.

“Telaş”, “Fasulyeden”, “Beceremedim”, “Git gidebilirsen”, “Yok öyle bir sevgili” ve diğerler şarkılar çok güzel.

Şu sözlere bakın ve bu albümü mutlaka bulun ve bayram boyu bana teşekkür edin.

“Gözüm karardı geri dönecek kadar
İçimde bir deli var.”(Beceremedim)

“Lütfen beni daha fazla tükenmeden alınız.” (Tükenmeden alınız)

“Yalnız sen olduğun için seven seni,
Susmak erdemdir diyebilen biri
Bir ömrü aynı yastıkta eskitecek biri
Ama yok ki, yok öyle bir sevgili!”(Yok öyle bir sevgili)

Ben Müfide İnselel’i keşfetmeye yedi yıl geç kaldım, siz de daha fazla geç kalmayın.

AMAÇ İYİCE SAPMIŞ

Bir din bilgini olmadığımdan, dini malumatla donanmadığımdan doğru bildiğim durumlarda kafam karışınca araştırıyorum.

Kurban Bayramının özünde ekonomik durumu iyi olanların kurban kesip yoksullara dağıtması esastır. Ben öyle biliyorum.

Televizyonlara, gazetelere baktığımda kafam karışıyor. “Kurban etini nasıl saklarsınız?” “Nasıl doğramanız gerekir?” “Hayvanın neresinden ne yaparsınız?” “Kurban etinizi uzun süre bozulmadan nasıl saklarsınız?” vs.

Demek ki ben Kurban Bayramının esasını yanlış biliyormuşum. Kurban kes, etini höplet, höpletemediğini dondurucuya koy durumuna dönüşmüş.

AKLIMDA KALAN

Bizimle onlar arasındaki fark: Bizim sporcular ne zaman yenilse, bir yığın neden sayarlar. Nedenler arasında kendileri hiç yoktur. Bakın Cruj maçı sonrası Terim ne diyor: “Yağmur yağdı, böyle oldu!” Bende zihin duruyor tabii. Galatasaray Arena’da yağmur göletinde oynuyordu da, rakibi başka bir sahada mı top koşturuyordu? Yenilgiye bahane, galibiyete de sahip çok. Serena Williams, Angelique Kerber’i yendikten sonra bakın ne diyor: “Zeminin nasıl olduğu hiç önemli değil. Ben her zaman, her yerde, her koşulda oynamaya programlandım.” Sahi Galatasaraylı futbolcuların sözleşmelerinde “Yağmur yağınca oynayamaz, sulu sahada adım bile atmaz” diye bir madde var da bizim mi haberimiz yok?