Nuran YILDIZ

BÜYÜK YÜREKLERİN CUMHURİYETİ

----- 30.10.2012 - 00:01 -----

Günler öncesinden germeye başladılar.

Bir gün önce Mustafa Kemal’in heykeline yaklaştırmadılar. Çelenk koydurmadılar.

Bir gece önce başka şehirlerden Ankara’ya gidecek otobüsleri kaldırmadılar.

Otobüs şoförlerini tehdit ettiler. Kaçırdılar.

Bir şekilde Ankara’ya ulaşmayı başaran otobüsleri kente almadılar.

Seyahat özgürlüklerini aldılar. Bayram kutlamalarını yasakladılar.

Yine de Ulus meydanı ve meydana ulaşan tüm sokakları, caddeleri doldurdular. 1923’de olduğu gibi.

Terörist olmakla suçlandılar, vazgeçmediler. “İstihbarat var” dendi, vazgeçmediler.

Onbinler ve 74 yaşındaki babam Ulus’a vardılar.

Tüm baskılara rağmen olay çıkarmadılar.

Tüm meydan okumalara rağmen çirkin, saldırgan sloganlar atmadılar.

Yalnızca yürümek istediler. Yürüdüler.

Polislerin önünde durdular. Kararlıydılar, barikatı yardılar. Kimi polis “görev”le, “cumhuriyetin çocuğu” olmak arasında sıkışmış yüz ifadeleriyle çaresizdiler.

“Biz de Mustafa Kemal’in polisleriyiz” diye bağırıyordu bir polis şefi, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganlarına karşı.

Öylece durdular, karşılıklı.

Sonra zaten orada olmamaları gereken, gönülsüz görevli polisler kenara çekildiler.

Yürüdü onbinler kararlılıkla Anıtkabir’e doğru. Mustafa Kemal’e vardılar.

Onca haksızlığa karşı olay çıkarmadılar.

Kocaman yüreklerindeki denizlerde fırtınalar koparken, onlar sakin ve büyük bir nehir gibi Ata’ya aktılar.

Başka hangi fikrin savunucuları, bu koşullar altında bu kadar vakur ve olgun olabilirdi ki?

Onlar Mustafa Kemal’in çocuklarıydılar. Enginlere sığmayıp taştılar…

BEN ASLINDA KÜFRETMEM!

Gerçekten de ben aslında küfretmem. Ama. Ne zaman ki, cep telefonuma bayram kutlama mesajı düşer, ağzımdan hoş olmayan sözcükler fırlar. Kendimi tutamam.

Sıcak, içten kutlanır bayram. Ararsın, sesini duyarsın kutlarsın. Yok istemiyorsan mecbur değilsin kutlamazsın.

Bu bayram da öyle oldu.

Cep telefonundan, mesaj sinyalinden nefret ettim. Hizmet aldığım GSM şirketini aradım. Bana mesaj gelmesini engellemelerini istedim. “Ya hep ya hiç” dediler, vazgeçmek zorunda kaldım.

Benim bayramımı mesajla kutlama kardeşim. Küsmem. Kırılmam. Alınmam. Hiç yoktan durup dururken ağzımı bozmam.

Önümüz yılbaşı. Korkum şimdiden başladı.

REKLAMIN İYİSİ

Efes Pilsen’in gazete reklamları: Öğrenci evinde, minik televizyona sehpa işlevi gören Efes şişeleri. Deniz kıyısında tavla sehpası olan Efes şişeleri. Ürünün alkollü/alkolsüz içecek işlevi dışında da hayatın içinde kazandığı işlevlerle bütünleştirilmesi. Üstelik ürüne eksik giderme gibi olumlu bir imaj yüklenmesi. Reklamın iyisi. Kutlamak gerek.

Banvit’in Cumhuriyet Bayramı kutlaması: Tek kelimeyle mükemmel diyebilmem için bir eksikleri vardı. Mustafa Kemal’in, askerler aç olduğu için yemekten vazgeçip sofradan kalktığı anıdan günümüze gelmek iyi fikir. Tavuk ve ekmeğin konduğu tabak görseli, anlatılan olayın zamanına ve koşullarına da uysaymış süper olurmuş. Yine de reklamın iyisi. Kutlamak gerek.

AKLIMDA KALAN

Tuhaf ama iyi bir soru: Arkadaşımın evindeyim. Sohbet ediyoruz. 12 yaşındaki oğlu televizyonu karıştırıyor. Bir ara “Muhteşem Yüzyıl”a takıldığını fark ediyorum. Bir süre sonra yanımıza geliyor ve “Bir şey sorabilir miyim?” diyor. İkimiz de “Tabii ki, neymiş?” diyoruz. “Muhteşem Yüzyıl’a bakıyordum da, geçen hafta da bakmıştım. Eskiden insanlar tuvalete gitmiyorlar mıydı?” Arkadaşım ve ben birbirimize bakıp, “Olur mu öyle şey. İnsanın bir sindirim sistemi var. Eskiden de vardı, şimdi de var. Okulda size öğretmiyorlar mı?” diyoruz ama sorunun nereye geleceğini de anlıyoruz. “Bu Kanuni ve Hürrem neden hiç tuvalete gitmiyorlar öyleyse?” Gülüyoruz. Dizilerde böyle şeylerin olabileceğini anlatmaya çalışıyoruz. Yanımızdan ayrılınca da fısıldaşıyoruz: “Tuvalet bir yana, o kadar kadının olduğu yerde ne ağdacı ne de saç başla ilgilenen var!”