Nuran YILDIZ

GÜL VE ERDOĞAN: YARALARI İÇERİ DOĞRU KANIYOR!

----- 02.11.2012 - 00:01 -----

Son günlerde kim anket yaptırırsa yaptırsın “Kimi cumhurbaşkanı görmek istiyorsunuz?” sorusunun yanıtında ilk sırada Cumhurbaşkanı Gül çıkıyor.

Soru elbette Gül ve Erdoğan isimlerini tartmak için soruluyor. Burası Türkiye, aradan üçüncü bir ismin çıkması her zaman kayda değer bir olasılık.

Kişisel kanım, bu araştırma sonuçlarındaki farkın, Gül’ün lehine doğru giderek açılacağı yönünde.

AKP geleneğine göre, kamuoyu araştırmaları kimi işaret ederse bayrağı o taşır. Dolayısıyla ikisi arasında kavga çıkmayacağını söylemek ilkokul düzeyinde kalır.

Gül ve Erdoğan arasında bugünlerde yaşananlardan alâ kavga mı olur? Biri söyleyeceğini söylüyor, öbürü yanıtını yapıştırıyor. Klasik anlamdaki politik kavgadan farkı birbirlerine küsmek yerine, öpüşüp sarılıyorlar. Kavganın en keskini yaşanıyor aralarında ve fakat yaraları dışarı değil içeriye doğru kanıyor.

Milletin yeni yeni gördüğü bu gerilim, (ilk olarak 2006’da, Sabah gazetesinde ben yazdığıma göre), nerden bakarsanız 6 yıldır sürüyor.

Üstelik her kavgada oluşan taraflar bu kavgada da oluşmuş durumda. Kötü olan bu. Her dönem iktidardan nemalananlar taraflarını çoktan seçti bile. Medya patronları safını seçti. Tüm liboş takımı da öyle. Gazeteciler, köşe yazarları, her dönemin akademisyenleri, iş adamları taraflarını seçtiler. Tek tek isim versem iyi ama, bunu neden yapayım ki? Bukalemun bukalemundur!

Derin kavganın sonucu ne olabilir?

Erdoğan tıpkı Gül’ün ilk seçiminde, istemeye istemeye de olsa cumhurbaşkanlığını altın tepside sunmasında olduğu gibi aynı sahneyi yeniden yaşamak zorunda kalabilir. Ve bu kez kabullenmesi zor olacağından üçüncü seçeneği kendisi hazırlayabilir.

Cumhurbaşkanı ve ekibi zamanın ruhunu (Hegel’i selamlayalım) iyi okuyor. Başbakanın “öteki”sini başarıyla inşa ediyorlar.

Gül, sağduyulu, ortak değerlere saygılı, ılımlı bir imaj sergiliyor. Başbakanın kavgalı olduğu kesimlerle iletişim kuruyor. Erdoğan’ın açtığı boşlukları dolduruyor. Bunu samimi olarak yapıp yapmadığı ayrı konu, zamanın ruhuna göre “gerçek” kimin umurunda?

Karşısında ise agresif, kavgacı, uzlaşmasız bir Erdoğan inşası var.
Bugünlerde Başbakana yakın kime “Başbakanın iletişim yönetiminde odak kaybı yaşanmıyor mu?” sorusunu sorsam, “evet” demekten çekinenler bile “öyle gibi” diyorlar.

Eğer Erdoğan, “bunca emek verdim, o makam artık benim hakkım” diyorsa;

İletişim yönetimini yeniden gözden geçirip, radikal değişiklikler yapması gerekiyor. İletişim ekibi yorulmuş ve dikkatleri dağılmış görünüyor.

Bu kadar çok, sık, tehditkâr ve sert konuşması artık gücü yaratmak yerine, bunaltıcı olabiliyor.

İnsanlara anlayışlı, sakin, sevecen yanının varlığını hissettirmiyor.

Cumhuriyet bayramını kutlamak isteyenlere koyduğu anlamsız tavrı kendisine önerenleri sorgulaması gerekiyor. 29 Ekim’de, Hükümetin özgüven sorunu olduğu algısını yaratıldı. Eskiden bu ayrıntıları atlamazlardı.

Yeniden halkın, adaletin sağlanacağına, hukukun adil işleyeceğine dair sarsılan güvenini tamir edecek girişimlerde bulunması gerekiyor.

Zaman o eski zaman değil. Merdivenleri çıkarken kullanılan yöntemler, zirvede durmak için yetmiyor.

TRT’NİN DİZİSİNE TAKMIŞ DURUMDAYIM

“Bir Zamanlar Osmanlı” dizisine taktım çünkü yapım ekibi çok daha iyisini yapabilecek kafaya sahipken yapmıyor. Kafa, olanaktan yeğdir.

İkinci sezonu başlıyor. 6 Nisan 2002’de yayından kaldırılma olasılığını yazmıştım. Ne yazarsam çıkıyor şımarıklığıyla sormaz mıyım bu yazdığım neden çıkmadı?

Reytingi sorunlu bir dizide TRT neden ısrar eder?

Genel Müdür İbrahim Şahin inatçı bir adamdır, inat etmiş olabilir.

Eş, dost, ahbapları kıramamış olabilir.

Ya da yapımcısı yeni sezonda reytingi garanti etmiş olabilir.

Sonuçta, yeni sezonda yaptıkları iki değişiklikle 6 Nisan’da yaptığım eleştirilerin önemli bölümünü düzelteceğe benziyorlar. “Issız adam” Cemal Hünal’dan Osmanlı çıkmaz demiştim, onu gönderip Özcan Deniz’i getirmişler. İyi yapmışlar.

Başarısız bir yönetmenden vazgeçip, popüler işler yapan yönetmene geçmişler. İyi yapmışlar.

Demek ki ekip gelişmeye açık. Öyleyse bir önerim, bir de eleştirim var.

Öneri, umarım Özcan Deniz’i kendisine seslendirtmezler.

Eleştiri, bir tv dizisi için sinemada ilk bölüm galası yapmak saçma ve gereksiz olmuş. Hep diyorum beklentiyi yüksek tutmayacaksınız. Nihayetinde koskoca bir “Muhteşem Yüzyıl” da yatakta geçiyor.

AKLIMDA KALAN

Genç bir adamla yüreğe yumruk bir konuşma: Karşımda genç bir adam oturuyor. Yeni kurulan üniversitelerden birinde yüksek lisans yapıyormuş. Bırakmış. Nedenini sorduğumda aldığım yanıt karşısında yutkunuyorum. “Kalabalıkça bir yüksek lisans sınıfıydı” diyor genç adam, “Dersin hocası Mustafa Kemal’den kinle söz ediyordu. Mesela Nutuk’u Mustafa Kemal’in yazmadığını, Kurtuluş Savaşı’nı O’nun yapmadığını anlatıyordu.” “Yüksek lisans yapıyorsun, itiraz edebilirsin, kendi doğrularının kanıtlarını sunabilirsin. Bırakmak olur mu?” diyorum. Delikanlı yanıt veriyor, “Denedim ama sınıftaki herkes de Hocayla aynı kafada olunca laf anlatmak olanaksızdı. Sussam ben razı değilim, susmazsam dersi geçmem mümkün değildi.” Genç adam sustu, ben sustum. Bizi dinleyenlerin gözleri yere indi.