Nuran YILDIZ

TÜRK USULÜ BAŞKANLIK SİSTEMİ OLUR MU?

----- 12.11.2012 - 00:01 -----

Gazetenin ilk sayfası. Bir yanda 17 çocuk ölmüş Diyarbakır’da, yeryüzünden silinen güzel yüzlerinin fotoğrafları. Diğer yanda arkadaşım Ayşe Arman’ın kahkahaya ramak gülüşü.

Bir yanımız ağlıyor, bir yanımız gülüyor.

Televizyonlar. Birinde 5 askeri kargo uçağı, içine sıra sıra tabutlar konuyor. Diğerinde abuk sabuk bir ünlü ne saçmalamış” o gösteriliyor.

Bir yanımız sessiz, bir yanımız geveze.

Bir yanda beyaz kefenden başka giyecek bir şeyi kalmamış 17 evlat. Diğer yanda “bugün ne giysem” telaşlı yarışma.

Bir yanımız soyunuyor. Bir yanımız giyiniyor.

Bir yanda ağıtları göğe çıkan analar, eşler, çığlıklarını içindeki uçuruma atan babalar, kardeşler. Diğer yanda yeni doğan bebeği için partiler düzenleyenler.

Bir yanımız ölüyor. Bir yanımız doğuyor.

Biz ne birlikte yas tutabiliyoruz ne de birlikte sevinmeyi biliyoruz.

Bir insan bedeninde bile farklıyız. Bir yanımız “bahtsız bedevi” der, bir yanımız ABD seçim kampanyasındaki siyasi edep için “darısı başımıza” der.

Bizde hem ondan var hem bundan. “Türk usulü Başkanlık sistemi” demiş ya Başbakan, bu usul kaostan başka bir şey getirmez bize.

Neyzen Tevfik söylemiş en iyisini:
Kim demiş bizde bir demokrat idare yoktur
Ne demek, olmasa elbet dışarıdan alırız.
Sırr edip karne usulüyle o gümrük malını
Karaborsaya verir, biz bize benzer kalırız.

“MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ”

Yağmur yağıyor. Gri bulutlar yere iniyor sanki.

Ankara’da sokaklara, İstanbul’da sokaklara, İzmir’de sokaklara. Sağanak yağmur gibi insan yağıyor adeta.

Her ağızda aynı slogan. Çınlıyor beton duvarlarında kentlerin.

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”

Bakıyorsun askerlerine Mustafa Kemal’in. Bazısı 80 yaşında. Bazısı annesinin kucağında bebek, babasının omzunda iki, bilemedin üç yaşında askerler.

Bakıyorsun Mustafa Kemal’in askerlerine, bastonuyla aksayarak yürüyor, yardıma ihtiyacı var, kimseye ihtiyacı yok gibi.

Bakıyorsun askerlerine Mustafa Kemal’in, tekerlekli sandalyede ilerliyor. Yırtık ayakkabısını yerde sürükleyerek yürüyeni var.

Bakıyorsun, kafe köşelerinde sevgilinin ısıtacağı ellerini, soluğuyla ısıtarak yürüyor gencecik bir kız.

Yağmur yağıyor Ankara’da. El ele tutuşmuşlar İstanbul’da. Rüzgara karşı durmuşlar İzmir’de.

Bağırıyorlar: “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”

74 yıl geçmiş, bir dirhem eksilmemiş tutkuları.

Ya “hepimiz askeriz” diye bağırdığı için toplumsal bir şizofreni yaşıyor ülkemiz ya da biz, dünyanın hiçbir ülkesine, hiçbir genellemesine uymayan bambaşka bir ülkeyiz.

Bu ülkeyle derdi olanların “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ruh halini doğru analiz edemedikleri için boşa çıkıyor çabaları.

Bu ülkenin politikacılarına da, bu sloganı doğru analiz etmek düşüyor.

İKİ KÜÇÜK ÖNERİ

Bir, eğer evli değilseniz. Bir de bu sitenin geçen haftaki dersini sevmişseniz, “Mükemmel Plan” filmini izleyin derim.

İki, eğer saçmalıklara ayıracak kadar çok zamanınız yoksa, “Grinin Elli Tonu”nu da, onun ikinci kitabı “Karanlığın Elli Tonu”nu da okumayın. En sinsi reklam mecrası bu seri.

MEĞER HİÇ DEĞİŞMEMİŞİM

Annem ve babamın evinde, eski odamı karıştırırken buldum onları. Bir çuval kaset! Teybe takılan kasetler var ya, onlar işte.

Eve geldim. Eski teybimi buldum. Heyecanla karıştırdım hepsini.

Bir tanesini kasetçide aranjman yaptırmışım, içinde her telden şarkı var.

Yaşar Özel “Ben seni unutmadım, unutamazsın sen de”yi,
Edip Akbayram “Hasretinle yandı gönlüm”ü,
Neşe Karaböcek “Demedim mi ben sana”yı söylüyor.

Michael Jackson bile var, “Billy Jean”la.

Şaşırarak fark ettim ki ben bugün de aynı şarkıları dinliyorum. Ne tuhaf. Ne iyi.

AKLIMDA KALAN

Siyasal iletişimde “bahtsız bedevi-kutup ayısı” polemiği: Geçen hafta liderlerimizin genel kültürümüze yaptığı katkı unutulmaz. Onlar olmasa ben, aynı anlama gelen başka sözleri kullanmaya devam edecektim. “Ağustosta suya girsen balta kesmez buz olur”, “Garip hırsızlığa çıkmış, ay gündüzden doğmuş” gibi. Benimkiler bedevi-kutup ayısı yanında masum kalıyor, farkındayım. Okurlar soruyor: “Başbakan ayıp etti diyen var, Kılıçdaroğlu ayıp etti diyen var. Siz ne diyorsunuz?” Böyle durumlarda herkes siyasal iletişim uzmanı kesilir. Özellikle köşe yazarları bu konuda bin kitap okumuşçasına akıl verip, ahkâm kesmeye meraklıdırlar. Kılıçdaroğlu yanıt vermemeliymiş. Sözü iade etmeli, orada bırakmalıymış vs. Başbakanı eleştiremeyen, muhalefete çeker zılgıtı. Ben. Ne Başbakana kızıyorum benzetmesi için, ne de Kılıçdaroğlu’nu ayıplıyorum kutup ayısı yanıtı için. Başbakanın oy oranı düşmedikçe istediğini söyleme özgürlüğü var. Kılıçdaroğlu’na gelince. Ahkâm kesenlerin dediği gibi davransaydı, “silik, etkisiz” yaftasını yemeyecek miydi? Kemal Bey, Türkiye’de siyasetin gereğini yerine getirerek aynı düzeyde yanıt verdi. Bu ülkede bel altı sözlere aynı düzeyde yanıt vermeyenler itibar görmüyor maalesef. Akıl verenlere sormak lazım değil mi, burası Paris de bizim mi haberimiz yok?