Nuran YILDIZ

BAŞBAKANIN İLETİŞİM STRATEJİSİ

----- 24.12.2012 - 00:01 -----

Başbakan Erdoğan’ın iletişim stratejisiyle ilgili en doğru cümleyi yine kendisi söyledi: “Tartışmalar olmasa başbakan olamam.”

İletişim yönetiminin en eski yöntemlerinden biri şu denklemdir: Kriz çıkar+krizi çöz+yine kriz çıkar = Karizmatik ol.

Bu denklem, tarihteki karizmatik liderlerin analizinden doğmuştur. Karizmatik kişilerin özelliklerinden biri “zor bir durumun üstesinden gelmek”tir. Bu bilgi zamanla “zor durum yoksa kendi krizini yarat ve onu çöz”e dönüştü.

“Kriz yarat ve çöz” yöntemi, “zihinleri kendi belirlediğin konuyla meşgul et” yöntemiyle birleşince ortaya Başbakanın iletişim stratejisi çıkar. Üzerine de biraz “meydan okuyucu tarz” sosu eklenince, tamam.

Başbakan, muhalefetin “uysal koyun” kıvamındalığı karşısında kendi işini kendi görüyor.

Doğal olarak, CHP’nin ve MHP’nin muhalefet tarzından, onların mutsuz tabanlarından daha çok Başbakan şikayet ediyor.

Bakıyor ki siyaset arenasında bir kendisi bir de BDP var, (ki onları muhatap alsa bir türlü almasa bir türlü), ya kendi kendisiyle ya da kendi içlerinden biriyle tartışmayı seçiyor.

İhtiyacı var. Moda tabirle kendi “öteki”sini kendisi inşa ediyor.

Ancak. Bu durum böyle devam ederse, Başbakan Erdoğan’ı bekleyen tehlikeleri sıralayalım;

Bir, sürekli suni tartışma seçmeni yorar.

İki, bugünün seçmeni kavgacı tarzın yerine güven verici tarza yönelme eğiliminde.

Üç, tartışmacı konumlamadaki süreklilik, güven verici konumlamadaki sürekliliği cazip kılar. Öyle olunca da durum Cumhurbaşkanı Gül’e yarar.

ENİS BERBEROĞLU’NA TAVSİYELER (NAÇİZANE)

Bir yanım “Hürriyet’in genel yayın yönetmenine tavsiyede bulunmak senin haddin değil” diyor. Diğer yanım “en saygın iletişim fakültesinin öğretim üyesi olarak senin haddin değilse kimin haddi” diye soruyor.

Bir yanım da, egosunu mütevazı tavrının içine gizleyebilmiş, saygı duyduğum Sevgili Enis Berberoğlu’na, tepesinde dolanan akbabaları hatırlat diyor;

Bir, görselliğin yükseldiği, muhalefet etmenin tehlikeli olduğu günlerde fotoğraflara yüklenmek iyi bir çıkış yolu, yalnız gazetenin okunan bir şey olduğunu akılda tutmak lazım.

İki, Hürriyet algı araştırmasının sonuçlarını verirken, diğer tv ve gazetelerin adlarını kapatmak Hürriyet’in büyüklüğüne yakışmadığı gibi okura da saygısızlık. Açık ara birinci çıktığın araştırmada rakiplerin adını yazmamak özgüven sorunu gibi duruyor.

Üç, cesur kararların arkasında durmak gerekir. “Asabi gurme” gibi yeni, farklı, cesur işleri, lobilere kulağını tıkayıp devam ettirmek liderliğin altını çizer.

Dört, Ertuğrul Özkök’ün kişisel sayıklamalarını birinci sayfadan görmek, eski bir alışkanlığın devamıdır, oysa yeni bir tavır gerekiyor.

Beş, Ajda Pekkan’a köşe yazdırmak, Türkan Şoray’ı dizide oynatmak gibi başarısız kalmaya mahkum bir fikir. Plastik tiplerin dönemi çoktan ka-pan-dı.

Altı, Kelebek’le Hürriyet Pazar’ı birbirine benzetme fikrini gözden geçirmekte yarar var.

MEĞER 1953 MODEL FORD’MUŞ!

Birkaç ay önceydi. Köşk’ün eski özel kalem müdürü, Berlin’in yeni büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu’ndan zarif bir davet almıştım: “Berlin’e gelirseniz sizi yeni arabamla gezdiririm.”

Berlin büyükelçisi size böyle bir teklif yapsa aklınıza ya son model bir BMW ya da ultra lüks bir Mercedes gelmez mi? Ben de öyle sandım.

Yine de, sıra dışılığını bildiğim ve sevdiğim Hüseyin Avni beyin “yeni araba” vurgusunda eksantrik bir durum olabileceği de aklımdan geçmişti.

Fatih Çekirge’nin köşesinde, kastedilen arabanın 1953 model Ford olduğunu görünce kahroldum.

Nerden bileyim! Bilseydim, o daveti ne yapar eder değerlendirirdim. 1953 Ford’la Berlin sokaklarını gezerken kendimi 1950’li, 60’lı yılların siyah beyaz filmlerinin içinden geçiyor gibi hissederdim.

Sayın Büyükelçi hiç değilse birazcık çıtlatsaydınız da Çekirge’den önce o arabaya ben binseydim, havam olurdu.

“YENİ YASAKLAR”

Sevgili Kandemir Konduk’un özel davetiyle onun yazdığı “Yeni Yasaklar” oyununu izledim.

Zeki Alaysa-Metin Akpınar’lı “Yasaklar”ın günümüze uyarlanmış hali. Uslu çocuk olmanın aranan nitelik olduğu günlerde yazarın ve oyunu sahneye koyan sanatçıların eleştirel bir oyunla çıkıntılık yapma cesaretlerini kutlamak gerek.

Özellikle hem yöneten hem de başrol oynayan Kayra Şenocak müthiş bir oyunculukla “benim yerim tiyatro sahnesi” diyor.

Keşke medya bu oyuna biraz ilgi gösterse…

AKLIMDA KALAN

“Fenerbahçe neden kırılgan?” Sorusu: Ne zaman Fenerbahçe yenilse koroda nakarat hep aynı: “Teknik direktör istifa etsin!” Teknik direktör Aykut Kocaman, konuyu kişiselleştirmekle hata yapıyor. Geriye doğru baksın, Fenerbahçe tarihinde hep aynı filmin oynadığını görür. Kaybeden başka takımlarda yaşanmayan bu tablo, neden Fenerbahçe’de yaşanıyor? Fenerbahçe taraftarı yenilgiye sıfır toleranslı olduğu için mi? Bunca yenilgiye, sıfır tolerans mı kalır? Alışmak diye bir şey var. Her yenilgi sonrası teknik adamın istifası istenir. Konuşulur. Geri çekilir. Sonra o teknik adam gider ve Fener’de hiçbir şey değişmez. Teknik adamlar, takımı yönetmek ve tüm sorumluluğu almak gibi bir noktaya asla gelmez. Buna asla izin verilmez. Tanrılar kurban ister misali, yöneticiler (aslında bir kişi) teknik direktörleri yiyerek besleniyor.