Nuran YILDIZ

UMUT DİYE BİR ŞEY…

----- 03.01.2013 - 00:01 -----

Umut, bilinen en eski işkence yöntemidir.

Çalmayacağını bildiğin telefonun çalmasını beklemek. Gelmeyeceğini bildiğin halde, sokağın görülebilen en dibine gözünü dikmek.

Umut işkencedir, kesin. Emin olamadığım şey, işkencecinin kim olduğu: Umudu veren mi, hisseden mi?

Umut. Olumlu bir “gelecek” fikridir.

Oysa moda söylemle “aslolan şimdi.” Postmodern teoride “yaşam an’lardan ibaret.”

Eski yılın son, serbest kalışının dördüncü günü Soner Yalçın’ı aradım. Etrafındaki sevinçli kalabalıklar çekilince.

Sevincimi paylaşmak için bekledim. Yılın son günü. Aradım. Konuştuk. Birbirimizi duyarak. Anlayarak. Sakin. Sanki araya onca zaman, onca parmaklık girmemiş gibiydi.

Ona “aylar sonra sesini duyabilmenin gerçek bir yeni yıl hediyesi olduğunu”, “serbest kaldığında yaptığı konuşmanın tarihi bir gazetecilik dersi olduğunu” söyledim.

Dışarıda oluşuyla, geleceğe dair kaygılarımızı ve korkularımızı kenara itip keyiflendik. Bilmesini istedim.

“Umutsuz olmayın” dedi, “ben gelecek için umutluyum.” Söylediği şey sözcüklerden ibaret değildi, umut sesinde de duruyordu. Benim ona “geçer bunlar” demem gerekirken, o bana söyledi.

Karamsarlığımı Ankara’da olmama bağladı. “İstanbul’da olmanız gerekiyor sizin” dedi, “sizi buna ikna etmemiz lazım.”

İstanbul’da olmak mı? “Hayııır!” tavrını koymadım, sevdikleriniz size keyif verirken her söylediklerini onaylamanız gerekir.

İnsan kendi başına gelenlerle baş edebilir. İnsanları çaresiz kılan sevdiklerinin başına gelenlerdir, konuştuk.

Sevdiklerimize sarılmaktan daha güzel bir hediye yok.

Yapmak istediği çok şey var. Konuşmak. Yazmak. Anlatmak. Paylaşmak. Çoğaltmak. Öyle umutla dolu ki.

13 Aralık’ta, o soğukta Silivri’ye akan kalabalıklardan beslenmiş umudu. “O gün Türkiye için de, kendim için de umutlandım” dedi.

Telefonu kapatınca düşündüm. Hissettiği gerçek bir umut muydu, yoksa esaret günlerinden gün ışığına çıkan herkesin hissedebileceği o an’a ilişkin bir iyimserlik hali miydi? Bilemedim.

TECAVÜZ ÇİZGİSİ

En can sıkıcı konu. Bir üniversitede profesör, öğrencisine tecavüz etmiş. Haber öyle.

Olay doğrudur, değildir bilemeyiz. Bu tür konularda doğrudan küfür saydırmaya başlamayı doğru bulanlardan değilim.

Gerçekten taciz ve tecavüz varsa en ağır cezayla cezalandırılmalı. Peki ya yoksa?

Ya bu olayda olduğu gibi 26 yaşındaki bir kadın, aylarca evli ve çocuklu bir adamla ilişki sürdürmüş, imam nikahı kıydırmış, birlikte olmuş hiç sorun görmemiş de…

Adam “karımdan boşanmam” dediğinde, “bana tecavüz etti” diye ortalığı karıştırmak istiyorsa?

Böyle bir durumun adı, tecavüz müdür yoksa, kendisine verilen sözlerin tutulmamasını gurur meselesi yaparak intikam almak mı?

Adam tecavüzcü müdür (kadınla isteği dışında ilişkiye giren), yoksa sadece kadınları kandıran bir ahlaksız mı?

Soru zor. Konu karmaşık. Çokça karşılaşılan bir durum. Benim fikrim, adamı suçlayarak işin içinden çıkmak yerine, kadını doğru analiz etmek gerektiği.

Çünkü maalesef çıkara dayalı ilişkilerde, çıkar ilişkisi bozulduğunda, kadının erkeğe, erkeğin kadına çamur atması eski hikaye.

CHP’NİN ŞARKISI

Anlaşıldı yeni yılda da CHP, bildiğiniz gibi. Değişen bir şey yok.

“CHP’nin de bir şarkısı olsun” demişler, şarkı sipariş etmişler.

Madem AKP’ye özendiniz, “onlarda var bizde de olsun” dediniz. Öyleyse rakibi aynen taklit etsenize.

AKP’nin bir şarkısı var: “Beraber yürüdük biz bu yollarda.” Bir de seçim şarkıları var.

Şarkı hedef kitle için yeni değil. Aksine tanıdık. Bir araya gelen her grubun bir ağızdan söylediği şarkıyı aldılar, kendilerinin yaptılar.

O kadar kendilerinin yaptılar ki, onlar gibi düşünmeyenler o şarkıyla meşkten vazgeçti.

CHP de şarkısını halkın benimsediği şarkılardan seçmeli. Siparişi seçim şarkıları için vermeli.

Benim bir şarkı önerim var. Sorarlarsa söylerim.

ÖNERİ

Geçen yılın son günleri. Son saatleri. Hediye almakta zorluk çekmiş, ne alacağını bilememiş arkadaşlarıma bir albüm önerdim. Selva Erdener’in “Düşlerimin Toprağı.”

Erdener, Devlet Opera ve Balesi’nin muhteşem seslerinden biri. Yıl gitti ama kendine ya da sevdiklerine güzellik yapmak isteyenlere öneririm.

İLİŞKİ DERSLERİ

Karar verdim, yeni yılda arada bir ilişki dersleri vereceğim/yazacağım.

Madem ortalık ilişki danışmanı kaynıyor. En komik ve en saçma olanı bile ilişki danışmanlığından yolunu buluyor.

Madem en sıkıcı derslerde konu kişisel ilişkilere gelince öğrenciler dikkat kesiliyor.

Madem saçma sapan önerilerine rağmen halâ Güzin Abla köşesi ilgi görüyor.

Çorbada benim de tuzum bulunsun.

AKLIMDA KALAN

Ankara’nın karanlığı: Gazetelerin yılbaşı haberlerine bakıyorum. Dünya başkentlerinin fotoğrafları var. Ankara’nın yok. İstanbul var, Antalya var, Ankara yok. Televizyonlarda dünya kentlerinden yılbaşı kutlama görüntüleri var. İçlerinde Ankara yok. Medyada yeni yıl bağlamında gösterilen tüm kentler ışık selinde kaybolmuşlar, Ankara karanlık. Ne bir süsleme ne de ışıklandırma. Tamam Ankara’yı sevmeyebilirsiniz, gri bulabilirsiniz. Ama ülkenizin başkentine silik ve sönük bir şehir imajı verilmesini içinize sindirebilir misiniz? Belli ki Melih Gökçek, Twitter’a ayırdığı zamanın binde birini Ankara’da yeni yıla ayırmamış. Kamusal İnsanın Çöküşü eserinde “Şehir ışık demektir” diyen Sennett, Ankara’yı görse ağlardı ihtimal. Bu kent, kendisine dokunacak sihirli bir el bekliyor artık.