Nuran YILDIZ

O KADAR ŞEFFAF Kİ…

----- 07.01.2013 - 00:01 -----

Spiker soruyor, muhabir anlatıyor: “MİT mensupları ve BDP’li vekiller İmralı’ya gitti. Daha önce yapılan Oslo görüşmesi sonradan ortaya çıkmıştı. Bu kez süreç çok şeffaf götürülüyor.”

Haliyle spiker yine soruyor: “Peki görüşmede neler konuşuluyor?”

Muhabir, “Süreç son derece şeffaf. Adaya kimlerin gittiğini biliyoruz. Hükümet üyeleri hassasiyet istiyor. Ne görüşüldüğünü bilmiyoruz. Zaman içinde öğreneceğiz. Ama her şey çok şeffaf..”

En çok okunan ikinci köşe yazarı da yazmış:
“Görüşmeler kamuoyuyla paylaşılıyor. Aleniyet söz konusu yani.”

Görüşmelerin içeriğini bilen var mı? Yok. Talepler ne? Kabul edilenler ne? Reddedilenler ne? Kim ne istiyor? Kim ne veriyor? Bilen var mı? Yok. Söyleyen var mı? Yok.

Bir şeffaflık, aleniyet lafıdır gidiyor. “Şeffaflık ve aleniyet” sözcükleri, “büyüleme söylemi” içindedir, tıpkı “kriz” sözcüğü gibi.

Ali geldi, Veli gitti. Hasan güldü. Hüseyin kızdı. Oya düşündü. Ayşe baktı. Ne bu? Cin Ali kitabı mı okuyoruz?

O kadar şeffaf ki… Gelip gidenden başka bir şey görünmüyor…

ERTUĞRUL GÜNAY İZMİR’E Mİ?

Bakan Günay, Kanuni için “Yürek taşıyan adam oğlunu boğdurduğu gün ölmeliydi” diyerek, Başbakanın ecdatına “yüreksiz” dedi ya.

Söylediklerini geri alacak mı, bekledim. “Yanlış anladınız” diyecek mi, bekledim.

Başbakan “haddini bil” fırçası çekecek mi, bekledim.

Ses yok. Açıklama yok. Yalanlama yok. Fırça yok. Anladım ki, Günay’ın İzmir Büyükşehir’e adaylığı kesin gibi.

“EL” TUTAR DA, BIRAKIR DA…

Ayşe Hür, “Beni el üstünde tutan İslamcılar pat diye bıraktılar” demiş.

Şöhretini, insanlara duymaya alışık olmadıkları şeyleri söylemeye borçlu olan Ayşe Hür’ün yukarıdaki sızlanmasını (şikayetlenmesini) öğrenince kendi sırtımı sıvazlamakla, kendime acımak arasında gittim geldim.

Çünkü kamusal alanda beni “el üstünde tutanlar” olmadı hiç. Ya kimseye yaranacak laflar etmediğimden ya da yaşama “güç dengelerini kolaçan et, onlara sevimli görün” penceresinden bakmadığımdan. Hayat bir mücadeledir gidiyor.

El üstünde tutanlarım olmadığı için, pat diye bırakanım da olmadı. Tüm derdim, aynaya bakınca kendi yüzümü görmek, beni tutan elleri değil.

MEHMET ERDEM SAÇMALAMIŞ

“Hakim Bey” şarkısına bu kadar ilgi bekleyip beklemediği sorusuna Mehmet Erdem’in verdiği yanıta bakın: “İnsanlar alternatif bir şeyler arıyordu. Normal gidişatın dışında bir şey yaptığımız için bu kadar çok beğenilmiş olabilir.”

Şikayetim var cümle yasaktan,
Dillerimi hakim bey bağlasan durmaz.
Gelsin jandarma, polis karakoldan
Fikrim firarda mahpusa sığmaz eyvah.
Sussan olmuyor, susmasan olmaz,
Dil dursa hakim bey tende can durmaz,
Yazsan olmuyor yazmasan olmaz,
Kaleme tedbir koma tek durmaz

Bu sözlerin, bu zamanda tutmasını “alternatif şey arayışı” zanneden birinin, şarkısındaki protest duruştan haberi yoksa, ne denebilir?

BİRİ NEJAT İŞLER’E ŞUNLARI DESİN

Eskiden saygı duyduğum Neşat İşler, “Aynı anda bin tane kadın sevebilirim” demiş.

Kendisine önerim;
Bir, özgüven iyidir ama şımarıklık iticidir.

İki, iyi aktör olmak gıcık biri olmayı gerektirmez.

Üç, emin ol, aynı anda sevdiğin bin kadından hangisinin aynı anda bin erkek seviyor olduğunu tahmin edemezsin.

Dört, günümüzde şöhret fazla havalanmaya gelmez, yere çakılmaya bir toplu iğne yeter.

Beş, aynı anda bin kadın sevmekle övünmek, karşısına “Sen de kimsin?” diyecek bir kadın çıkmadığı içindir.

Altı, Nejat İşler markası sade, samimi, doğal sözcükleri üzerinde yükseldi, şımarık, ukala, kaba ve sığ sözcüklerini kaldırmaz.

OKURLARIMLA ARAMDA

Bu ara okur e-postalarını sizlerle paylaşmadığımı fark ettim. Sevimli, eğlenceli, duygusal, keyifli hepsi. Mesela;

Koray S. yazmış: “Umut işkencedir. Bu kadar gerçekçi olmak zorunda mısınız?

Yanıtladım:
"Evet, bu kadar gerçekçi olmak zorundayım. Pollyanna'nın, Heidi'nin, Candy'nin bizim kuşağın kadınlarına enjekte ettiği sonsuz romantizmi ancak böyle nötralize edebiliyorum.”

Fatma A. yazmış: “Şimdi arşiv yazınızı okudum ve düşünüyorum içimdeki öfkeden, kırgınlıklardan, beklentilerden nasıl kurtulabilirim? Önce kendimi nasıl affederim??? Çok sancılı bir 30’lu yaşlara başlama süreci geçiriyorum, 2 senedir sanki dünya üstüme geliyor.”

Yanıtladım:
“Biri diğerinin üstüne gider hep. Sen dünyanın üstüne gitmezsen o senin üstüne gelir! Hiçbir şey ve hiç kimse senden büyük değil. Karşından kamyon geldiğini görüyorsan neden yan şeride geçmiyorsun? Ya da birilerini gözünde mi büyütüyorsun, hemen aklına onların da içlerinde tuvalete boşalttıkları dışkı bulunduğunu hatırla. Bu his kesinlikle iyi gelir…”

Murat C. yazmış: “Okurlarınızın düşüncesine önem vermeniz karakterinizin mükemmelliğini gösteriyor.

Yanıtladım:
“Komiksiniz. Mükemmel karakter mi? Her karakterin defoları vardır.”

AKLIMDA KALAN

Onur’un “fazla aşk” üzerine yazdıkları: Onur Baştürk Kelebek’te, Anna Karanina filminden yola çıkarak sormuş: “Fazla aşk delirtir mi?” Soruya verdiği yanıtı sevdim: “Bana sorarsanız evet” demiş Onur, “Ama delirmek güzel olabilir bazen.” Tehlikeli bir soru daha sormuş: “Gerçek aşk topluma karşı başkaldırı mıdır?” Yanıtı yine güzel: “Gerçekten birine aşık olduğun zaman aslında kimse bu durumdan hoşlanmıyor! Aşkını abartılı bulmaya başlıyor. O noktada da zaten topluma başkaldırmış oluyorsun. Aşk düzeyini aşağıya çekmeye çalışıyorlar, çekmelerine izin vermediğinde ise ‘deli bu’ diyorlar.” Gerçekten öyle değil midir? Birine fena aşıksan ve acı çekiyorsan tüm dostlar birleşir ve aşık olduğun insanı eleştirme yarışına girerler. Aşkın, aşık olunan insanla ilişkisizliğini görmezler, sonra da size “deli” derler.