Nuran YILDIZ

LEVENT KIRCA’DAN MEDYA DERSLERİ

----- 21.01.2013 - 00:01 -----

Fatih Altaylı ve Levent Kırca’nın “Teke Tek”teki kapışması geçen haftayı sarstı.

İkisi de agresif, kızgın, kırıcıydı. Ama. Kırca’ya komedyen deyip geçebilirsiniz. Modası geçmiş diyebilirsiniz. Yılların televizyoncusu Altaylı için de zorlasanız bahane bulursunuz. Kırca’nın kışkırtıcılığı, Altaylı’nın kızmaya yatkınlığı vs.

Levent Kırca o akşam medyaya ders verdi ve maalesef anlayan azdı. Medyamıza son dönem yerleşmiş tartışma programlarına yönelik bir eleştiri dersi. Altaylı ve “Teke Tek” bahanedir.

Kırca, “Teke Tek”e diğer tartışma programlarına konuk seçme kriterlerinden geçerek gelmişti.

CHP Genel Başkanına edep ve terbiye sınırlarını aşan bir konuşma yapmıştı.

Muhalif bir tiyatrocu olmasına rağmen Ulusal Kanal’ın başına geçmişti. Kaymaklı konuktu!

Hesap: konuk hırpalanacak, medya adına söz söyleyen steril kalacaktı. Öyle olmadı. Kırca o akşam, medya üzerine ön kabulleri ters yüz etti. Medya dokunulmazlarına dokunulabildiğini gösterdi. Medyanın baskın, hoyrat, hükümran, bilmiş ve acımasız dilini sorguladı.

Tartışma programlarının Hacivat ve Karagöz oyununa döndüğünün altını çizdi. “Türkiye televizyonlarında böyle ciddi bir sorun var, insanlar konuşamıyorlar bir arada” cümlesiyle demek istediği buydu.

Özgüvensiz, silik konuk profilini yerle bir etti.

Medya kavga çıkarmaktan hoşlanır, el ovuştururdu. Dayak yiyen kendisi olmadığı sürece, hiç sorun olmazdı.

Yayına “ger ve reyting al” hesabıyla çıkınca da, tartışılacak konuya hazırlanmaya gerek duyulmazdı. Ekran içinde yatıp kalkıyorsan zaten hazırlanmaya da zamanın olmazdı.

Üstten bakan medya üslubunu alaşağı etti, “Adam diye söz ettiğin, bir partinin lideri. Öyle denmez” dedi.

Medyanın kendisine biat etmeyenlere yapıştırdığı “deli”, “kafayı yemiş”, “sarhoş”, “bitik” gibi etiketlerini hiç umursamadı. Levent Kırca deli mi? Evet. Artık cesaret sadece delilere özgü bir şey değil mi?

Ve konunun Fatih Altaylı ile doğrudan ilgisi yoktu.

FENERBAHÇE’DE KURUMSALLAŞAMAMA

Sene 2001’in sonları ya da 2002’nin başları. Anımsamıyorum. Daha ortada Erdoğan iktidarı yok. Daha kariyerimin çiçeği burnunda zamanları.

Şirketlerin kurumsallaşması, yeniden yapılanması üzerine danışmanlık yapan bir ekonomist arkadaşım aradı. Fenerbahçe’nin kurumsallaşmasıyla ilgili bir sunum yapacağını söyledi ve benden yardım istedi.

Zaten hazır olan sunuşuna birkaç iletişimsel dokunuş yaptım ve onun isteğiyle Fenerbahçe tesislerinin yolunu tuttuk. O içerde sunuş yaparken ben Aziz Yıldırım’ın odasında bekleyecektim.

Toplantı öncesinde Aziz Beyle sohbet ederken (başkanlığının ilk yıllarıydı), iletişim tarzının itici olduğunu, korku yaymak yerine, saygı uyandıracak bir dil gerektiğini söyledim.

Yönetim Kurulu’na katılmamı ve kendisine söylediklerimi orada da yinelememi istedi. Ne alaka! Kabul etmedim ama dinletemedim.

Yönetim Kurulu üyeleri tanımadıkları bir kadının toplantıya katılmasını ve Başkana yakın bir yere oturtulmasını merakla izliyorlardı. (Aziz Bey o günü anımsar mı bilemem, ama yönetimdekilerin çoğunun hatırladığından eminim.)

Toplantının bir yerinde Aziz Bey bana dönüp sordu: “Az önce odamda söylediklerinizi arkadaşlarla da paylaşır mısınız?”

“Aynı sözcüklerle mi?” dedim, onayladı.

İletişimdeki aksaklıklarını ve nasıl olması gerektiğini kurumsallaşma bağlamında anlattım.

Eleştirilerimle birlikte o ana kadar sessiz sedasız oturan kurul üyeleri iki gruba ayrıldı. “Kadın haklı” diyenlerle “haksız” diyenler. Ortalık kıyamet.

Toplantı sonrası, ön kapıda gazeteciler olduğunu ve görünmek istemediğimi söyleyince, Aziz Bey arkadaşımla beni arka kapıdan çıkardı.

Bunu neden anlattım? Hafta sonu FB Divan Kurulu’nda Divan Başkanı kurumsallaşmaya itiraz etmiş. Aziz Bey de “Olmalı” demiş. Neredeyse 12 yıl önceki konu! Dön dön aynı yemeği pişir. Aşçılar aynı olunca müşteriler de bu yemeğe mahkum. Anlatabildim mi?

FOX’UN GOLÜ

Birand’ın ölüm saati 18:29. Bazı gazetelerin taşra baskısına girdiği, bazılarının da girmek üzere olduğu saat.

Ertesi gün, Hürriyet’te yarım sayfa FOX imzalı, vefat ilanı. Büyük olasılık şehir baskılarına yetişmişti. Yine de gün içinde hazırlanmış olması gerekir. FOX, ilanı hazırlamış ve ölümün kesinleşmesiyle birlikte “yayınla” komutunu vermişti.

Böylece, Doğan Grubunun gazetesinde, Doğan Grubunun bir üyesinin ölümüyle ilgili ilk ve tek ilanı başka bir yayın grubu vermiş oldu. Yayıncılık refleks işidir, FOX bunu göstererek kalabalıktan ayrıldı.

KARAOĞLAN NEDEN TUTMADI?

“Karaoğlan” filmi gişe hasılatı yapamamış. Madem bu filme gitmeyin dedim, neden başaramadıklarını da açmam gerek;

Bir, pazarlamanın ilk ayağı eksik kaldı, farkındalık yaratılamadı. Yeni nesil Karaoğlan’ı nerden bilsin!

İki, hedef kitleyle uyumsuz bir iletişim çalışması yapıldı.

Üç, iyi bir konu, iyi bir senaryo, yeni yetme oyunculara emanet edildi.

TOKTAMIŞ HOCA

İdeolojik olarak nereden gelip nereye gittiği önemli değil. Öldüğünü öğrenince aklımdan iki cümle geçti;

Bir, bu ülkede tartışma adabı diye bir şey olduğunu öğretir ve hatırlatırdı.

İki, bir akademisyen ölünce binlerce kitabı duvar dibinde öksüz kalır.

OKURA NOT: CANIM SIKILDI

Alain De Button’un son kitabında, bitirmeye çalıştığım kitabımda yazdığım bir cümlenin tıpkısının aynısını gördüm. Bir yanım koskoca Alain De Button’la aynı bakmışsın dese de, bebeğim çalınmış gibi hissettim. Canım sıkıldı. Çok! Eş dost da dedi ki “Bir an önce yayınlamazsan kendi cümlenin hırsızı olursun…”

AKLIMDA KALAN

Bir akşam. Bir şarap. Ve hasretli bir sohbet: Onu yıllardır görmemiştim. Zaman onlu günlerimin üzerine gri bir tül örtmüştü. Ailemden sonra herkesten ve her şeyden üstte tuttuğumdu. Sonsuz güvendiğim, kendimi emanet edebildiğim. Öyle yangınlı bir hayat yaşamıştı ki, geride bıraktığı yollar külle kaplıydı sanki. Akşam buluştuk. Masada şarap ve peynir tabağı. Başka bir şey istemedik. Aç olduğumuz şey birbirimizle sohbetti. Zaten peynire bile dokunmadık. Konuştuk. Saçma. Ciddi. Gerçek. Hayal. Ama hep çok içten. Konuşmanın bir yerinde tüm hasretli buluşmalarda olduğu gibi konu mutlu olup olmadığımıza geldi. Bir kez daha kafayı çarptığımız gerçek, mutluluk diye bir şeyin olmadığı, sadece keyifli anlardan söz edilebileceğiydi. Hayat yaşadığımız acılarla, topladığımız keyiflerin kekremsi bir kokteyli sanki.