Nuran YILDIZ

CHP KRİZİNDEN ÇIKAN DERSLER

----- 31.01.2013 - 11:01 -----

Birgül Ayman Güler hocanın tamamen yanlış anlaşıldığı konuşmasının ardından CHP, yaşadığı krizden önemli dersler çıkarmış olmalı.

Kemal Beyin grupta yaptığı Parti içindeki iki kutbu (yeni CHP’lilerle ulusalcılar) dengeleyen konuşması krize bir mola vermiş görünüyor.

Evet mola. CHP’nin durumu başka krizlerin sırada beklediğini gösteriyor.

Kriz molasını fırsat bilip çıkan dersleri not edelim:

Bir, her kızdığında kürsüye fırlamak, ölçüp biçmeden konuşmak olmaz.

İki, Salih Fırat’ın CHP’den istifasıyla Birgül hocanın konuşması arasında bir ilgi yoktur. Böyle durumlar için pek çok atasözümüz vardır, mesela akacak kan damarda durmaz.

Üç, siyasi partiler ilkelerle yönetilir. Genel Başkan odasına gelen kişinin “üç beş kişi toplandık altın günü yapacağız” minvalinde, “miting yapalım” talebine onay vermez. Siyasal iletişim ilkeler üzerine inşa edilir.

Dört, sol partiler çok seslidir elbette, ama çok ses başka her kafadan bir ses başkadır.

Beş, Batıda sol partiler çok sesli olursa sempatik olur, Doğuya doğru gittikçe tek ses olmayan partiye ancak gülerler. Üzgünüm, gerçek bu.

Altı, ya masaya vuracaksın ya da birine hesabı keseceksin. Bu ilkellik mi? İyi de politik dünyamızın uygar olduğunu kim söyledi?

Yedi, “Genel başkan gereğini bu kez yapacak” demek, gereği yapılmadığı sürece güce değil zayıflığa işaret eder.

RUHUMUZ HASTA

Örnek bir sağdan, bir soldan siyasetçinin başına gelenler.

Geçen hafta. CHP milletvekili Birgül Ayman Güler, anayasal yurttaşlıkla etnik kimlik karşılaştırması yaptı, faşist etiketini alnına yedi.

Bu hafta. Ulaştırma Bakanı “Boğaziçi Üniversitesi’ni gezdim, ben burada yoldan çıkarım diye vazgeçtim” dedi, vay sen misin Boğaziçi’ne hakaret eden diye ortalık yıkıldı. Oysa Bakan Yıldırım’ın sözleri üniversiteye hakaret içermiyor ki, kendi zaaflarını ortaya koyuyor.

Şimdi siz böylesi hastalıklı bir ortamda üretilen hangi fikri, hangi kararı ciddiye alabilirsiniz?

İYİ ŞEYLERE VESİLE

Devamlı okurlarımla ben, iyi şeylere vesile oluyoruz. Onlar okumakta ısrar etmese, ben yazmaktan vazgeçerdim çoktan.

Önceki yazımda dedim ki “Başbakan tutuklamalar konusunda samimi.” Nedenini de kendisine yakın birinin sözlerinden örnekle açıkladım.

Akşam gazetesi o yazıyı yayınladı. Medya siteleri yer verdi.

Yazı o kadar çok ilgi gördü ki “Ertuğrul Özkök boşanıyor mu?” gibi provakatif bir yazıyla bile okunulurluk yarışına girdi.

Sonuç: Başbakan samimi mi, değil mi tartışmalarına son verildi.

Yazıdan sonra. Bakıyorum anlı şanlı tv yorumcularına. Köşe yazarlarına. Hepsi de Başbakanın samimi olduğu düşüncesinden hareket etmeye başladılar.

“Başbakan rahatsız” demeye, “Çözmek için ne yapmalı/yapacak?” diye sorma yarışına girdiler.

İyi şeylere vesile olmak iyi. Ah bir de okudukları yazıyı kaynağıyla anacak kadar özgüven sahibi olsalar. Bursa Olay Gazetesinde Memduh Bayraktaroğlu’nun yaptığı gibi.

ŞİMDİDEN BUNALDIM

Haberiniz oldu mu? Nuri Bilge Ceylan yeni bir filme başlıyormuş. Filmde Melisa Sözen de oynayacakmış. Hani şu, hangi rolü oynarsa oynasın yüzünde hep aynı donuk ifade olan oyuncu.

İkisini bir arada düşündüm de. Daha film çekilmeye başlamadan ben bunaldım.

ÇIPLAK AYAK

Avrupa’da en fazla sivri topuklu ayakkabı giyen beş ülkeden biriymişiz. Ya tek eksiğimizin boy olduğunu sandığımızdandır ya da sevgililerimizi uzun boylulara kaptırdığımızdan.

Başka hangi güdü bir kadını iki çöp üzerinde yürümeye razı edebilir ki?

Bırakın topukluyu ben, çıplak ayakla dolaşmayı severim. Bulduğum ilk fırsatta ayakkabıdan kurtulmaya bakarım. Girelim bir toplantıya, saniyesinde masanın altına bakın, benim ayak özgürlüğünü ilan etmiştir çoktan.

Ayakkabıyla aramdaki birbirini itim kuvvetinin, homo sapiens günlerinden bana düşmüş genetik bir durum olduğunu düşünürüm.

Candan Erçetin sahneye çıplak ayakla çıkmış. Pek sevdim. İmrendim. Kendimi çıplak ayakla ders verirken hayal ettim. Soğuk betonlar aklıma gelince de düşüncemi hızla kovdum.

AKLIMDA KALAN

Soru sormak bir yaşama biçimidir anlayışı: Tanıyanlar bilir çok soru sorarım. Karşımdakinin anlattığı şeyi araya giren sorularla keserim. Bazen sorduğum şey gereksiz ayrıntı gibi gelir, sorduğum kişiye. Bazen konuyla ilgisiz olduğunu düşünür sorduğum kişi. “Çok soru soruyorsun” tepkisini sık duyarım. Hiç umurumda değil. Ben başkalarının söylemeye gerek görmediği şeyleri merak ederek yaşarım. Herkesin anlattığını değil, anlatmadığını dert ederim. Sorarım. Ayrıntıda gizlenip oturan şeytanı rahat ettirmemek benim derdim. Bazıları bunu anlamaz, hayatlarını didiklediğimi sanırlar, ki bu kendilerini hayatın merkezi sanmalarıyla ilgilidir. Sorarım. Sorarım ama karşımdakini yanıtlamak zorunda bırakarak değil. Yanıtlamazsa kendisini eksik anlayacağımı hissettirmek iyi bir tehdit yöntemidir. Levent Erden’in de dediği gibi “Merak yoksa yaşam yoktur!”