Nuran YILDIZ

BEN DEDİM OLMADI, BAŞBAKAN SÖYLESİN BİR DE!

----- 25.02.2013 - 00:01 -----

Başbakan Erdoğan, Eş-Şarika’daki “İletişim Forumu”nda konuştu. Hükümetinin başarısını samimiyetle kurulan iletişime borçlu olduğunu belirtti.

Katıldığım bir (a)sosyal medya panelinde “Internetle yaptığınız şey iletişim değildir” dediğimde ortalık karışmıştı. “Acaba ne demek istedi” diye kafa yormak yerine dinleyicilerden birkaçı bir iletişim hocasına iletişim dersi vermeye kalkmıştı.

“Medya siyasal iletişimde sanıldığı kadar önemli değildir” dediğimde de kıyamet kopuyor.

Burası Türkiye, oluyor böyle abuk sabuk durumlar.

Neyse ki Başbakan Erdoğan’ın iletişim üzerine konuşması beni haklı çıkarır nitelikte. Tamam, Başbakanı sevmeyebilirler ama 10 yıldır gösterdiği iletişim başarısına da itiraz edemezler herhalde.

İşte Erdoğan’ın konuşmasında verdiği dersler;

Bir, konuşma siyasi iletişimde birinci araçtır. Teknolojiyi kullanmak bu gerçeği değiştirmez. (Yüz yüze iletişim en etkili yöntemdir.)

İki, iletişim araçlarla yapılmaz. Dil bile bir araçtır ancak eksiktir. Televizyon, telefon ve internet iletişim için eksiktir. (Medyayı doğru yere koyun.)

Üç, iletişim kalple yapılan bir faaliyettir. (İçtenlik önemlidir.)

Dört, Mevlana’nın sözünü anımsatıyor “Özü ve sözü bir olmayan insanın yüz tane dili olsa bile o dilsizdir.” (Tutarlılık iletişimde önemlidir.)

Beş, söz kulaktan kulağa değil, kalpten kalbe yol alırsa o iletişimdir.

Altı, samimiyet olmazsa karşındaki kişi yakın gibi görünse de aslında çok uzaktır.

Ben dedim olmadı, işte Başbakan söylüyor. “Çalışıyoruz çalışıyoruz olmuyor” diyen başarısız siyasetçilere duyurulur.

GÜZEL SÜRPRİZ

22 Şubat 2013 tarihli Yılmaz Özdil’in köşesini görünce gülümsedim. Köşede Balyoz davasında 16 yıl hüküm giyen Ayhan Üstbaş’ın Özdil’e yazdığı mektup vardı. Mektupta ise, Ayhan’ın minik kızının “Sen de bizimle gelsene” cümlesi.

Okurlarım o cümleyi, 10 Ocak tarihli yazımın başlığından anımsarlar. Ayhan’ın bana yazdıklarından kendimce oluşturduğum cümleyi Özdil’in köşesindeki mektupta görmek güzel sürprizdi.

Demek ki Ayhan yazımı okumuş ve çoğu okurum gibi, onun ve kızının duygularını ifade etme biçimimi sevmişti.

Durumu Yılmaz Özdil’le paylaştım. Her zaman güzel yazdığımı ve o yazımı da okuduğunu söylemez mi?

Yazma çabası içinde olan biri, bu ülkenin en çok okunan yazarından böyle bir karşılık alınca keyiflenmez mi? Keyiften çok daha fazlası.

GICIK OLUYORUM

Kendileri safi iletişim sorunuyken, “tüm kesimlerle iyi iletişim kurulmalı” diye ahkam kesenlere,

“İnsanları severim” cümlesini sık kullanıp dostlarını hep güçlülerden seçenlere,

Kendi kocaman yalnızlıklarını binlerce takipçi toplama şebekliğiyle gizleyenlere,

Dört büyüklerin oynadığı takımları yok sayarak manşet atan spor sayfalarına,

Yaş kemale erdiği halde, yeni yetmeler gibi ağlak hallerde aşk yaşayan Yavuz Bingöl gibi tiplere,

Kendi giyimlerinde zevkten eser yokken, millete giyim önerilerinde bulunan modacılara,

Hayvansever geçinip, hayvanlar üzerinden imaj derdine düşenlere,

Köpeğini gezdirirken, köpekten korkanlara “bir şey yapmaz” diye laf yetiştirenlere gıcık oluyorum!

UFUK URAS SORUNU

Bugüne kadar hakkında tek cümle yazmaya gerek görmediğim kişi.

Kötü bir iletişim tarzı var. Sempatiden uzak bir muhalefet anlayışı.

Akşam’a konuşmuş. Genç seçmene ulaşmak için seçtiği yolları anlatmış. Twitter’ı kullanma biçiminden, Justin Bieber’lı tişörtüne, sevdiği müziklerden motosikletine kadar. Gençlerin politik davranışları üzerine zerre fikri yok belli ki, onları fazlaca küçümsemiş.

Hele bir de CHP’nin muhalefetini başarısız bulması yok mu, acıklı. Sanırsınız kendisi fazlasıyla başarmış.

OSCAR’LARIM

Bu yazı web’de yer aldığı sırada Oscar töreni de başlıyor olacak.

Bilirsiniz, bizim sinema yazarlarının önerilerini ciddiye almam. Ya da onlar bizi ciddiye almıyor. Olabilir.

Onların Oscar tahminlerini bir kenara koydum ve kendi tahminlerimi bir kenara yazdım.

Bir sonraki yazıda isabet oranımı yazacağım. Siz de o orana göre, sinema üzerine bundan sonra benim yazacaklarımı dikkate alıp almamaya karar verirsiniz.

AKLIMDA KALAN

Kayıp bisiklet: Bisiklete binmeyi bilmem. Düşüp bir yerlerimi kırma korkusu çocukluğumdan bu yana peşimi hiç bırakmadı. Bu yüzden kayak da yapamam, karda da yürüyemem. Bisiklete binenleri izlemeyi severim, hele bir de dudaklarında ıslık varsa içimi çekerek bakarım. Islık ve bisiklet çok filmik bir ikili gibi gelir bana. Gazetede haber. Adamın birinin bisikleti çalınıyor. 20 yıl önce. Aradan o kadar yıl geçiyor ve kaybolan bisikletini kapısında buluyor. Hırsız 20 yıl sonra getirip bırakmış. Bu küçücük haberle aklımdan bin türlü şey geçti. Hırsızın yıllar süren vicdan muhasebesinden, bisikleti uzaylıların götürüp getirdiğine, bisiklet sahibinin çocukluk günlerinde yaşamış olduğu hüzünden, bugünkü kaybolmuş çocukluğuyla karşılaşma anındaki duygularına kadar bin türlü şey. Bazen hayatın sihirli bir yanı var sanki.