Nuran YILDIZ

İÇİMİZDEKİ VAMPİR

----- 28.02.2013 - 00:01 -----

Eminim siz de ortaçağı (karanlık çağ) konu alan filmlerdeki idam sahnelerinde meydanı dolduran kalabalığa şaşırıyorsunuzdur.

Eminim siz de o kalabalığın, ipin ya da giyotinin ucundaki insana iştahla bakışını anlamakta zorlanıyor, yönetmeni abartmakla suçluyorsunuzdur.

İdam bittiğinde, kalabalığın iştahlı bir insanın karın doyurmasından sonraki tıkınılmış sessizliğinde hiçbir dehşet ifadesinin olmayışını anlamıyor ve büyük olasılık içinizden “bu nasıl vahşet” diyorsunuzdur.

Çünkü durduğunuz yer, öldürmenin ve vahşetin izlenmesindeki iştahlı hali uygarlık dışı bulduğunuz yerdir.

Siz öyle sanın!

Doğayla savaşıp ele geçirdiği canlıyı, ateşin bulunuşundan önce çiğ çiğ yediği genetik tarih, insanı hiç terk etmedi, yanılıyorsunuz.

Yoksa…

Genç ve çok güzel bir kadının yerini içindeki erkeğe (Nil’den Rüzgâr’a) bırakmak için girdiği zorlu mücadelenin günlerce gazetelerde, televizyonlarda servis edilişini iştahla takip etmiyor musunuz?

Korku ve cinayet filmlerinin gördüğü talepte, kan havuzuna dönmüş ekranların aldığı reyting’de payınız yok mu?

Parçalanmış cesetlerin, kafası koparılmış bedenlerin haberlerini günlerce takip eden muhabirler, bunu kimlerin talebine karşılık olarak yapıyor? Kendileri için ceset haberi toplayacak kadar kafayı mı yedi hepsi?

“Kanıt”, “CSI”, “Dexter” gibi dizileri izlerken, araştırmacı kişiliğinizi mi tatmin ediyorsunuz yoksa katilin avını öldürüşünde bıraktığı açığı mı merak ediyorsunuz?

Mutlaka ölmesi gerekmiyor, yaşadığı acıları anlatan birinin, acısının sonuçları acıyı çekenden daha çok ilginizi çekmiyor mu?

Cinsel fantezileri yazan, inceleyen, söyleşi konusu yapan tüm medyatik içeriklerde kırbaçlar, zincirler şefkat göstergeleri olmadığına göre kan kokusu vaat etmiyor mu?

Şiddetin evlerde, sokaklarda her tür önleme rağmen artarak sürmesi (ülkemde ya da dünyanın başka yerinde) mağara duvarlarına çizilen resimlerden ne kadar farklı sayılabilir ki?

Roma’da aslanların önüne atılan tutsakları izlemeye giden iştahlı kalabalıktan, medya önünde talepkâr duruşumuzun vahşet bağlamında ne farkı var?

Daha iki yıl bile geçmedi, vahşi kalabalığın ortasında parçalanarak öldürülen Kaddafi’nin linçini ekranlara yapışarak izlerken, “karanlık çağ”daki kalabalıktan farklı mıydık?

Uygarlaştıkça içimizdeki vampir bizi ele mi geçiriyor, yoksa uygarlık derinleşen ilkelliğimizi gizleyen bir illüzyondan mı ibaret?

ÇOK AYIP!

Avrupa’nın en iyi voleybolu Türkiye’de oynanıyor. En kötü voleybol maçlarının oyun kalitesi bile, futbol takımlarının oyun kalitesinden kat kat iyi.

Geçen hafta. Türkiye kupası iki müthiş kulüp arasında oynanan maçla sahibini buldu. Eczacıbaşı ve Vakıfbank. Maçı Vakıfbank 3-0 kazandı.

Medyaya baktım. İçeriği spor olan televizyon programlarında aynı horozlar aynı çöplüğü eşeliyor, voleybolun adını bile anmıyorken. Haber, en büyük gazetede bile abartısız sadece bir pul büyüklüğündeydi!

GÜZEL…

14 Şubat’ta THY’nin kabin görevlisi giysilerine neden kafayı taktığımızı yazmıştım. (14 Şubat! Neden aşk üzerine değil de böyle abuk bir konuyu yazmışsam…)

Yazıda Dilek Hanif için şöyle bir paragraf vardı: “Kusura bakmasın işinde iyi ve usta olan insanların karalama çalışmaları bile bir kaliteye sahiptir. Pespaye bir şeyi çizmezler ki, diksinler.

Meğer ünlü modacı Yıldırım Mayruk da benim gibi düşünüyormuş. The New York Times üzerinden haberdar olduğum Mayruk, “Yeni tasarımlar kesinleşmemiş olsa bile bir tasarımcının bu şekilde tasarım hazırlamasının utanç verici” olduğunu söylemiş.

KAVGA ÇIKARSA ÇIKSIN

Bursa’da evinde kedi besleyen kadını bina yönetimi istememiş. Mahkeme yönetimi haklı bulunca, kadın medyaya “Kedimi bırakamam, evi sattım, AİHM’e başvuracağım” diyor.

“Başvurursan vur” diyesim geldi. İnsan kedi ya da köpek besleyebilir. Ama kedi sesi, köpek havlaması, hayvan kokusu duymadan bir evde yaşamak isteyenler ne yapacak? Onların haklarını kim koruyacak? Orman kanunu mu?

OSCAR’LARIM

Kendi Oscar’larımı not ettiğimi, ödül töreninin sonucuna göre ne kadar tutturabildiğimi sizlerle paylaşacağımı yazmıştım.

Takipçi okurlar sordular: “Ne oldu sizin Oscar’lar?”

Şöyle oldu: 6’nın 5’i tuttu. Sinema yazarlığından para kazanmayan biri için hayli yüksek bir oran. En iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu, erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın ve erkek oyuncularda tutturdum. Bir “en iyi film” olmadı.

En iyi filmde Akademi üyelerinin ABD tarihini (Lincoln) ya da CIA övgüsünü (Zero Dark Thirty) seçeceğinden, politik davranacağından emindim. Yine politik davranmışlar, İran düşmanlığı ağır basmış. Haneke’nin “Aşk”ına hiç şans tanımamıştım, çünkü insan dediğin aşkın hayatın genç dönemine ait bir kavram olduğunu düşünüyor, yaşlı dönemde aşkı reddediyor.

Sonuç olarak; demek ki karakterler konusunda iyi, hikayeler konusunda kötüyüm:)

DOĞRU AMA EKSİK

Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman, “Kimi oynatıp, oynatmadığım kimseyi ilgilendirmez. Kararı ben veririm” demiş.

Bildiğim kadarıyla bu göreve geldiği günden beri, bir teknik adamın sergilemesi gereken duruşu ilk kez sergiledi.

Söylediklerinde samimiyse, yani “kimseyi ilgilendirmez” derken Aziz Yıldırım’ı da dahil ediyorsa, ayaklarının altındaki tabureyi kendisi itmiş demektir, dahil etmiyorsa eski hamam eski tas.

AKLIMDA KALAN

90 kiloya çıkmış bir genç kız: İngiltere’de bir genç kız sevgilisinden ayrılınca kendisini yemeğe vermiş, 90 kiloya çıkmış. O da bir şey mi, sevgilisinden ayrıldıktan sonra 100’ün çok üzerindeki kilolara çıkan kadınlar var yeryüzünde. Buradaki doğru sözcük “ayrılık” değil aslında, “terk edilmek.” Çünkü ayrılık tedavi edicidir, terk edilmek ise travmatik. Travmanın en eğlenceli baş etme yolu soluğu kuaförde almaktır. Başka görüntüye geçerek mutsuzluğun suçunu eski görüntüde bırakma çabası. Tıkınırcasına yemek ise iki nedenin iç içe geçme halidir: Biri, içinde oluşan dayanılmaz boşluğu ağız yoluyla doldurmaya çalışmak, düz mantık yani. Diğeri, bir adamı elinde tutabilmekle, kilo sorunu olmamak arasında bir ilişki olmadığının bilinçaltı tarafından fark edilmiş olması. Güzel beden, bir işe yaramıyorsun cezanı çek o zaman durumu:))