Nuran YILDIZ

HANİ ŞEFFAFTIK?

----- 04.03.2013 - 00:01 -----

Gizlimiz saklımız yoktu hani? Hani kamuoyu desteği tamdı, sorun yoktu? Hepimiz uslu birer çocuk değil miydik medya ninnileri dinleyen?

Kamuoyu yalpalayan, hatırlamayan bir şeydi biliyorduk. Biz dalgalı denizde gemideki yüke benzetirdik, dalgayla birlikte oradan oraya kayan şeydi kamuoyu.

Bilmek en kötü şeydi başa gelen. Cehaletin altın madalyalı çağında bilmekle cezalandırılmıştık. Sol düşüncenin en saf fraksiyonlarının hiç anlamadığı da buydu, bilen yerlerdeyken, omuzlarda yükselenler neden bilmeyenlerden çıkıyordu?

Solcu siyasetçiye hep aynı şeyi söyledim, “Bilmekten vazgeç, sadece taklit et!” Anlatamadım. Anlamaları için bilmemeleri gerekiyordu, tuhaf ve abuk çelişki.

İçeriğine dair hiçbir şeyin bilinmediği şeffaflık hali. Şeffafı bile bizim usul yapıverdik gitti. Peki halk bilmediği şeyi destekler miydi? Desteklerdi. Bilirse desteklemezdi ki. Kötü çocuk. Gördünüz mü bilmemenin gücünü?

İmralı tutanakları haber oldu. Hayret nasıl boş bulunduysa Milliyet, çizgiyi aşıverdi.

Ne diyorlar şimdi?

“Böyle haber yapılmaz, yapılamaz.”

“Süreci baltalamak isteyenler sızdırdı.”

“Yok hükmündedir.”

“Derin güçler devrede.”

“Sabotaj.”

Demezler mi? Derler. CHP’nin uyku ilacı takviyeli derin uykusu sürerken, başka ne yapacaklardı ki…

HAKAN(IM) GÜNDÜZ…

Haftalar öncesinden biliyordum, Radyo D yönetimiyle yaşadığı sorunları.

Bir süredir “Anlaşarak ayrılalım” diyordu yönetime. Kariyerini radyoda konuşma üzerine kuran birine yönetimin “az konuş” demesi olacak şey miydi?

Uğur Dündar’ın yorumları sona erdiğinde de sancı yaşanmıştı. Dündar’ın yerine kim olacaktı? “Nuran hoca olabilir” teklifine aldığı yanıt canını sıkmıştı epeyce. “Olmaz” demişti yönetim, “Olmaz çünkü Aydın Doğan’a mektup yazmış o!”

Oysa Aydın Beyin etrafınca hayli ilgi gören ve dikkate alınan mektupta “İstanbul sermayesi siyaseti okumayı bilmez” demiştim, “Bilmedikleri için de etraflarındaki insanlar bu boşluğu kullanır, sermayenin yanlış yapması da bundandır.”

Bir tür “aman haa” mektubuydu. İlgilenenler için mektubun linkini vereyim: http://www.nuranyildiz.com/aklimdan_gecen_2011_10_28.html

Bizde böyledir, biri sizi yanlış yapmamak için uyarırsa, uyaranın üzeri çizilir. Ki yanlışı yaptıranlar nemalanmaya devam edebilsin!

Dönelim Hakan(ım) Gündüz’e. Türkiye’nin en karizma dj’i anlaşarak boşandı Radyo D ile. Dinleyenleri olarak üzüldük, dostları olarak rahatlamasına sevindik.

Twitter hesabına tweet yağdı. Bazılarına bayıldım:
“Sabahları seni dinliyordum, şimdi karımı dinleyeceğim.”

“Her şeyi salla ama çayı demle.”

“Barselona için Messi, Real Madrid için Ronaldo, Fener için Alex neyse Radyo D için sen öyleydin.”

Adına (ım) ekini eklediğim arkadaşım, seni dinlemek keyif, arada mikrofon olsa da olur, olmasa da.

ÇOK BEĞENDİM

Hıncal Uluç’un röportaj eleştirilerini: Hıncal Uluç gazetelerdeki röportaj enflasyonunu eleştirmiş. Konuk seçimini. Soru biçimini. Tam isabet. Durum, hem medyanın kısırlığıyla ilgili hem de kişi öykülerinin yükseldiği günlerdeyiz. Sorular ise berbat.

nuve.biz web sitesi/blogu: Sevgili Eren önerdi. nuve.biz, blog formatında bir web sitesi. Amaçları net ve naif: “Siyaset yapmak ve toplumu kendi fikirleri doğrultusunda dönüştürmek.” Türkiye sol’una dair umutları, heyecanları ve iddiaları var. Üretiyorlar. Tartışıyorlar. Çalışkanlar. Enerjikler. Romantikler. Kararlılar. Okumalısınız.

Japonların teknolojik bastonu: Çocuklar geleceğimiz diyenleri komik bulurum. Yaşlılardır geleceğimiz. Erken ölmezsek, varacağımız yer. Sanki hiç yaşlanmayacakmış gibi yaşar politikacımız. Sosyal demokrat geçinen partilerimize bakın, yaşlılara yönelik anlamlı projeleri yoktur. Japonlar baston geliştirmişler. Hayatı kolaylaştırıyor, sağlık ölçümleri yapıyor. Öyle keyiflendim ki.

HİÇ BEĞENMEDİM

Gazetelerin kanser hastalığını sömüren yazıları: Kanserde umut haberlerini yapanlar, bir kanser hastasının ya da ailesinin yerinde olsalar, insanlara umut vermenin cinayetini işlediklerini fark ederler miydi ki?

Nil Karaibrahimgil’in bluğ çağına hapsolmuş kız sesi: Reklam izleyicileri ne zaman isyan edecek? Merak ediyorum. Türkiye’de reklam, Nil Karaibrahimgil’in sesine maruz kalmakla eş anlamlı hale geldi. İşkencenin bir türü. Kaçmak olanaksız. Turkcell, Pınar, Digiturk, Varyap, Dove, Cornetto, Zaman, Orkid, Coca Cola vs. Hep onun sesi. Aynı müziklere aynı itici tarz, fenalık basıyor. Tamam kocası reklamcı diye oluyor bunlar, iyi de reklamverenlerin etrafında aklı başında biri yok mu aynılaşmaya itiraz edecek olan?

HILSIDE SU

Antalya’da. Beyaza boğulmuştu. Kapısından ilk girdiğimde morgdayım ama ölen miyim, ölüyü seyreden mi duygusu içimi kaplamıştı. O hisle Ayşe Arman’a mesaj atıp “Romantik diye ağzımızın suyunu akıttığın yer bu mu” diye kızdığım, ondan da “Bir yeri güzel yapan mekan değil kiminle gittiğindir Nuran’cım” fırçasını yediğim otel.

Satılmış. Alarko grubu da işletmesinden çekilmiş. “Su” adıyla devam edecekmiş.

Duvarlarına dizilen portakal ağaçları görüntüsünü çok sevmiştim. Güzel anılar oteli. İçim burkuldu. Yeni sahip yeni tarz demektir. Ona da yeni anılar gerekir.

AKLIMDA KALAN

Milletvekili Zeyid Aslan’ın itirazı: Kızdım kendime. TBMM Telekulak Araştırma Komisyonu Başkanı Zeyid Aslan’ın sözlerini yazmakta geciktim. Oysa “Sokakta, çarşıda, AVM’de izleniyorsunuz. MOBESE’ler ve kameralar kaldırılmalı” sözleri önemli. İktidar partisi vekili Aslan, gerekçesini “İnsanın eşinden bile gizlisi olabilir” şeklinde açıklasa da, önerdiği şey doğrudur. Yıllardır haberlerde MOBESE reklamı içeriğini izliyoruz. Güvenliğimiz için özgürlüğümüze tecavüz edilişine hayran bıraktırıyorlar insanı. MOBESE’lere karşı yerel yönetimlere dava açan ve kazanan bireylerden haber vermiyorlar hiç. “Big Brother”ın kucağında uyuşturulmuş yatıyoruz.