Nuran YILDIZ

“BU ONURU HAK ETMİYORUM…”

----- 07.03.2013 - 00:01 -----

Öyle diyordu Chavez, halkın desteğini aldığında: “Bu onuru hak etmiyorum, ama onu gelecek aylarda ve yıllarda hak etmeyi hedefliyorum…

Mütevazılık en çok yakışan şeydir lidere. Hak etti o onuru zamanla. Dediği gibi.

Eski bir subaydı. Askerler faşisttir genellemesini yerle bir ediyor, sosyalizmin bayrağını taşıyordu.

Yükseldiği omuzlar yoksullarındı. Kendi omuzları üzerinde de yoksullar vardı. Arkasından oluşan gözyaşı nehirleri de yoksulların gözlerinden akıyor. Akacak.

2002’de darbeyle tutuklandığında istifasını isteyenlere bir koşulla edebileceğini söylemişti: “Halkımdan kimse ölmesin!

Serbest kaldığını öğrendiğinde de ilk sorusu “Ölen var mı?” olmuştu.

Yoksulların gücü. Paranın gücünden çoktu. Biliyordu. Yoksulların gözleriydi pusulası. Onlara bakardı. Onlar gülümsüyorsa güçlenir, onlar hüzünlüyse kendi kendine suçlanırdı.

Bilirdi. Halk arkandaysa, herkese meydan okunabilirdi. Okudu da. Halk tek rüzgârıydı onun.

Bağımsızlıktan taviz verilemezdi, vermedi. Sosyal politikalardan vazgeçilemezdi, vazgeçmedi. Kamulaştırmaya itiraz edilemezdi, edilmedi.

Sonuç; halkı onu sevdi, kapitalistler sevmedi.

Zenginler için diktatör, yoksullar için kahraman oldu.

Sağcılar için baskıcı, solcular için halkçıydı.

Türkiye sol’undan bir Chavez çıkabilir mi? Zor. Ama umut işte. Umut, solcuların peşini bırakmaz.

Şubat ayı onun için önemliydi. Hayatını etkileyen şeyler hep şubatta oluyordu. “Hayatımın bu ayla, kuru mevsim soğuğunun ayazının ayıyla güçlü bir bağı olduğunu düşünüyorum” diyordu.

Ölmek için de şubatı seçerdi ona kalsa. “Bir hafta geciktin ey ölüm” diyordur şimdi.

2002’de darbe sonrası tutuklanıp götürülürken şöyle mırıldanmıştı: “Vaktin geldi ama halkına sadık olduğun için ölüyorsun.”

Halkı için ölmekte bir beis görmüyordu ama halkı için yaşaması gerektiğini de biliyordu. Halkını seven liderlerle aynı son onu da buldu: Erken ölüm.

Compadre* Hugo Chavez Firias. Yoksulların yüreğinde uyuyacaksın.

* İspanyolcada arkadaş, yoldaş.

ŞU ANDA BİR YASAK ÇİĞNİYORUM

Bir haftadır hayatım kabus. Boyun ve sırt tutulmuş. Ölümcül bir ağrı. Hareket yok. İlaçlar deniyoruz olmuyor.

Doktor fizik tedavi diyor, direniyorum. Yaşam şeklim fizik tedaviyi kaldırmaz.

Ağrı kulağımın arkasına geldi oturdu. Doktor arkadaşlarım ısrarlı: “MR çekilecek, bilgisayarlı tomografi, nöroloğa gidilecek ya da beyin cerrahına!”

Direndim. “Köyde misin kızım, kalk götürelim” dediler. Doktor arkadaşlarımın yüzüne korkunç bir ifadeyle bakıp “Doktorlardan ve hastanelerden hoşlanmıyorum” dedim.

Sonuç; pazar gecesi ölmek üzere olunca pazartesi sabah doktorun kapısındaydım.

Tüm gün. Testler. Yeni ilaçlar. Yeni yollar. Ağrı azaldı. Uzun bir aradan sonra uyku beni buldu.

Ve. Doktor “Bir süre bilgisayar kullanmak yasak” dedi. “Okurlarım yazı bekler” dedim, yanıt kesindi: “Başlatma okurlarına!” Merak etmeyin sizin yerinize “kötü doktor” cevabını verdim.

Bu yazı yazılırken bir yasak çiğneniyor ve ağrı kendini hatırlatıyor.

ASLA GÜNAYDIN KEBAP’A GİDİLMEYECEK!

Ağrı azalınca çok sevdiğim bir dostla Attar Sokak’taki Günaydın’a gittik.

Çok bir şey yemedik. Az meze. Bir küçük et tabağı. 4 tek rakı. Bir tatlı. Hepsi bu. Fiyat ne geldi? 163 lira!!!

Hesabı ben ödemiyorum ama salak yerine konmaktan da nefret ederim. “Bir yanlışlık var, adisyon isteyelim” dedim. Adisyon geldi.

Diğer yediklerimiz de hayli kazık rakamlardı ama onları boş verdik. 35’lik Yeşil Efe’nin karşısında 61 TL yazıyor! Yanlış okumadınız 61 TL!!

Dostum son derece nazik bir beyefendi olduğundan, kendisinden kıyameti koparmak için izin istedim, “Boşver” dedi, “evet bu yediklerimiz için rakam yüksek ama sohbete değer, ona sayalım.”

Kompliman güzel ama olmaz. Hayatta salak yerine konmayı içime sindiremem. Garsona “Altın değerindeki 35’lik rakının hepsini içtik mi?” dedim, “Ki kaçlık istediğimizi bile sormadan 35’lik açmışsınız.”

“İçmediniz” dedi. Öyleyse içmediğim rakının parasını neden ödüyoruz ve neden bu rakı raf fiyatının iki katı?

Sinirden öyle gerildim ki ortalık ateş aldı alacak. “Siz şu rakının kalanını getirin” dedim, kapının önünde dökerim daha iyi. Kazık yedik hiç değilse kalan kısmını bir daha satmasınlar.

Herkes pahalı şarap satan yerleri yazıyor. Rakıyı iki katı fiyata satan kebapçıya kimseye bir şey demeyecek mi? Buradan Efe Rakı’nın pazarlama sorumlularına sesleniyorum. Fiyat politikanız yok mu sizin? İsteyen istediği fiyatı koyuyorsa markanızın yediği küfürleri kim raporluyor?

Kıssadan hisse bir; Günaydın’a gidilmeyecek. Gidilirse de rakı içilmeyecek.

Kıssadan hisse iki; her zaman adisyona bakma alışkanlığınız olmazsa yediğiniz kazığa müstehak olursunuz.

AKLIMDA KALAN

Şefkatin böylesi: Adam kadını çok seviyor. Belli etmemeye çalışıyor ama kadın biliyor. Adam seviyor. Adam doktor. Adamın hastanedeki odasında oturuyorlar. Kadının kolundaki iğne yerine yapıştırılan pamuğu kaldırıyor. İğne yerinde minik bir kan izi var. Adam gidiyor, bir şişe alkol getiriyor dolaptan. Bir de sargı bezi. O minik iğne yerini ve tüm kolu alkolle yıkıyor ve sargı beziyle siliyor. Öyle özenle yapıyor ki bu işi, kadın “aşk saçma bir şey ama aşkın şefkati ne kadar güzel” diye düşünüyor.