Nuran YILDIZ

YALÇIN AKDOĞAN’IN MEDYA-SİYASET DEĞERLENDİRMESİ

----- 14.03.2013 - 00:01 -----

Son yıllarda en büyük erozyonlardan biri entelektüel dünyada yaşanıyor. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da öyle. “Sığ”lık almış başını gidiyor. Ekranları kaplıyor. Gazeteleri teslim alıyor. Kitabevlerinde ön raflara çıkıyor.

Nasıl bir şovla söylediğin, her şeyin önüne geçiyor. Oysa ileri sürülen düşüncenin değerini;
1. Söyleyenin kim olduğu,
2. Söylenenin iç tutarlılığı belirler.

Son günlerde gündemden düşmeyen medya ve hükümet tartışmalarına Yalçın Akdoğan’ın koyduğu tavrı bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Çünkü Akdoğan’ın “kim” olduğu önemli. Başbakanın baş danışmanı. Daha da önemlisi sırdaşı.

Zaman zaman fikir alışverişi yapmaktan keyif aldığım Akdoğan, medya, özellikle köşe yazarları üzerindeki baskıyla ilgili söylenenlere üst perdeden ve sakınımsız yanıt veriyor.

12 Mart tarihli Star’daki yazısında “Hükümetin medyaya yönelik tutumunu eleştirenlerin, öncelikle medya patronlarının gazetecilikten ne beklediğine bakması gerektiğini” söylüyor.

Doğru ama eksik. Hükümeti sermayenin ve siyasetin devamlılığından koparıp alırsak haklı. Ne var ki bugün kimilerinin gözyaşları ve hasretle andığı Özal döneminde medya siyasetin, siyaset de medyanın kucağına bırakılmamış mıydı?

Demokrat Parti döneminde Basın İlan Kurumu ve diğer her tür baskı yöntemleriyle gazetelerin çıkamaz duruma geldiğini de unutmak olur mu? Onların devamı olmak, bu Hükümetin iddiası değil mi zaten?

Akdoğan’ın kesin haklı olduğu konu; siyasetin medyadan talep ettiğinden daha fazlasını medya patronajının siyasetten talep ediyor olması.

O yazıda Akdoğan’ın kurduğu en önemli cümle ise “Kimse kendi tasarruflarına hükümeti alet etmesin, ürettikleri tezviratlara bizim isimlerimizi karıştırmasın” cümlesidir.

Hükümet-medya ilişkileri tarihin hiçbir döneminde masum olmamıştır ancak bu süreci Hükümetler açısından değerlendirip sermayenin tavrını dışarda bırakmak tartışmayı eksik yapmaktır.

Sermaye (medya patronları) bulduğu her fırsatta kendini biçimlendirirken yeni süreçlere göre kendince “atıl”, “işe yaramaz”, “getirisi olmayan” fazlalıklardan kurtulmak için Hükümeti bahane ediyor.

İşler genellikle şöyle yürüyor; Hükümete epeyce yakın biri bir medya patronuna “Filanca kişi bizden değildir, ama işinde iyidir, severiz” dediğinde patron bu cümlenin ilk kısmını dikkate alıyor, ikinci kısmını umursamıyor ve o kişi ile ya yollarını ayırıyor ya da o kişiye iş vermiyor.

13 Mart tarihli Yeni Şafak’taki yazısında ise en önemli cümlesi şöyleydi:

Hiçbir gazetede patronun ticari ilişkileriyle ilgili eleştirel bir yorum okuyamıyor, medyanın içinde yer aldığı sermaye grubuyla ilgili sorgulayıcı bir haber göremiyor, hatta patronun tuttuğu takımı bile eleştiremiyorsanız, ortada sanal bir özgürlük alanı var demektir.

Ben durumu Akdoğan’dan bir adım daha ileri götürüyorum. Medya sadece kendi içinde bulunduğu sermaye grubuyla ilgili değil, diğer büyük sermaye için de benzer bir gönüllü körlük içinde. Medyada en büyük sermayedarlarla, aileleriyle ve de kurumlarıyla ilgili olumsuz bir haber göreniniz oldu mu?

Sözün özü; Akdoğan bu iki yazıyla, elbette Başbakanın izniyle de, iki uyarıda bulunuyor:

Birincisi, gazetecilere “Yanlış yere bakıyorsunuz, kendi içinize bakın” diyor.

İkincisi, patronlara “Kendi tasarruflarınızı bizim üzerimizden yapmanız bizi sinirlendiriyor, ellerinizi bizim suyumuzla yıkamayın” diyor.

Sonuç; medyanın içinde bulunduğu erozyon, “düşünsel düşüklük”, Hükümetlerin gösterdiği yolda patronların iştahla yürümesinin sonucudur.

Dipnot: Bu yazıdan Hükümete şirinlik yaptığım anlamını çıkaracak çok bilmiş okur şunu da bilmeli ki bu yazının yazarı bu Hükümetin tutumunun mağdurudur.

YAZAR NE OKUYOR?

Madem entelektüel dünyaya laf ettik, okura da “Peki siz ne okuyorsunuz?” hesabını sormak düşer.

Bugün itibariyle eş zamanlı okuduğum kitaplar;
-Paranın Yükselişi (Niall Ferguson)
-Çağdaş Ortamda Teknik (Nermi Uygur)
-Belirsizliğin Bilimleri (Abraham Moles)
-Hayatım (Kazım Karabekir)
-Ruhun Yalnızlığı (Eugenio Borgna)

TOPLUMSAL SORUMLULUK VE HÜLYA AVŞAR

Hülya Avşar “Hiçbir sosyal sorumluluk projesini inanarak yapmadım” demiş. Onur Baştürk’ün köşesinden öğrendim.

Onur’a göre Avşar “akıllı kadın medyada yer almayı biliyor.” Konu benim açımdan iki nedenle önemli;

Birincisi, Avşar’ın sosyal sorumluluk projelerine inançsızlığını aynen paylaşıyorum. Özellikle Ülker’in çocuklara futbol kampı projesinin filmini izledikten sonra durumu bir kez daha sorguladım ve Avşar’ın dediği yere geldim. Dahası “X bir şey için” fotoğraf çektirme işi fotoğrafçının reklamından başka bir şey değil.

İkincisi, Onur’un “Akıllı kadın” tanımı birden aklıma birkaç yıl önce Hülya Avşar’ın bana verdiği kitabı getirdi: “Aklını Kullan Tersini Düşün.” Telaşla o kitabı aradım kütüphanemde, bulamadım. Bulmam lazım.

SEVDİM

Hollywood’un şimdilerde parlayan yıldızı Rachel Weisz şöyle demiş: “Gerçek yaşam (film çekimleri değil), süt almaya gitmek ve orada kuyruk olduğunu görerek söylenmektir.” Bu sözdeki farkındalığı çok sevdim.

SEVMEDİM

Hülya Avşar’ın kızı Zehra, tüm şımarıklığıyla eski sevgilisinin yeni sevgilisinin tepesinden aşağıya sıcak çay döküyor. Bunun üzerine baba Kaya “Olur böyle şeyler”, anne Avşar ise “Büyütülecek bir şey yok” diyor. Biz de, anne-babası böyle olan çocuk da Zehra gibi sorunlu olur diyoruz. Hülya Avşar’ı severim ama bu tavrını hiç sevmedim.

AKLIMDA KALAN

CHP’nin Twitter cezası: Duyunca gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Kılıçdaroğlu bir şenliğe katılıyor. Şenlikte tulum eşliğinde horon tepiyor. Twitter ekibi durumu “gayda eşliğinde horon tepti” şeklinde paylaşıyor. Hikaye bu minvalde. Sonrasında “Sen misin tulumla gaydayı karıştıran” diyerek tweet ekibinde çalışan iki genci uzaklaştırıyorlar. Gençler üzülmüşlerdir. Hiç gerek yok. Twitter’ın siyasetteki yeri konusundaki fikirlerimi devamlı okurlar bilir. Siyaset “bağ” vaat eder, (a)sosyal medyanın mantığı ise “bağsızlık” üzerine kuruludur. Bu anlamda “temas” vaat eden Facebook bile Twitter’dan bir adım daha iyi durumdadır. Twitter ise gerçek anlamı gibi uçup gider. Konumuza geri dönelim. Madem CHP yönetimi iletişimi bu kadar gereksiz noktalara varacak kadar önemsiyor öyleyse bir zahmet sabahın körü, gecenin yarısı cep telefonlarına mesaj atmanın da önüne geçiversinler. Bu önerimi yanlış anlayıp cep mesajcı iki kişiyi daha uzaklaştırmaya kalkmasınlar da.