Nuran YILDIZ

BİRİLERİ CHP’Yİ KANDIRIYOR MU?

----- 16.05.2013 - 00:01 -----

Eskiden bizim ulusal bayramlarımız vardı. Ortak olunmayan sevinç eksik sayılırdı.

Eskiden ulusal yas tutardık, birimizin derdi hepimizin derdi olduğu günlerdi.

Nisan’da “yağmur yağıyor” dediler.

Mayıs’ta “üşüyorlar” dediler, eşşek kadar olan çocuklarımız için.

Kasım’da “Ata’yı ağlayarak anmak çağdışı” dediler.

51 kişi öldü Reyhanlı’da. Bir savaşta ölenler kadar. Ne yası? Haberini vermeye bile korktular.

Meclis kürsüsünde Emine Ülker Tarhan, “Ulusal yas beklerken eğlence programları gece yarılarına kadar sürsün, bu insanlık mı? Bu mudur?” isyanındaydı.

Tarhan “Bu mudur?” diye defalarca vururken yüzlerine, benim yüreğime acıyı yalnız çekmenin sızısı çakıldı.

Dış güçlermiş. ABD imiş. Suriye’ymiş. Bana ne! Bize en büyük kötülüğü biz yaptık, birbirimizi yapayalnız bıraktık…

AÇIK HAVA TIMARHANESİ

İki mutluluktan bir mutluluk çıkaramıyoruz. İyi duyguları çoğaltamıyoruz. Güzelliklerden nefret üretmekte üstümüze yok.

Aynı sahanın ortasında Galatasaray şampiyonluğunu, Fenerbahçe galibiyetini kutlayamıyor. Kan çıkıyor.

Psikolog Twenge, “Dünya giderek bir açık hava tımarhanesine dönüyor” diyor. Kesinlikle öyle. Acaba tımarhane sıralamasında ülkemiz kaçıncı?

BU ÇOK SAÇMA!

Eğer sık uçuyorsanız, uçaklardaki her ayrıntıyı ezberliyorsunuz. Uyarıları uçuş görevlilerinden önce siz zihninizde tekrarlıyorsunuz.

Can yeleği nerededir? Nasıl şişirilir? Oksijen maskesi nasıl takılır? Vs. vs.

Sizi bilmem, ben her uyarı anonsunda gülmeye başlıyorum. Sanki uçak düşmeye başlayınca herkes öğrendiklerini uygulayacak! Sanki panikten birbirlerinin sırtına tırmanmayacaklar!

Bu uyarı işine ısrarla devam edenlerin, tehlike anındaki insan psikolojisinden hiç haberleri yok.

Oysa, hiçbir işe yaramayacak bu uyarılar yerine, paniği önleyecek uyarılarda bulunsalar olmaz mı?

Mesela, “tehlike anında korkmak en saçma his, düşecek uçak zaten düşecektir” deseler.

Mesela, “merak etmeyin düşme anında şoka gireceğiniz için acı da çekmezsiniz” deseler.

Mesela, “ne kadar bağırırsanız bağırın sonuç değişmez, en iyisi uslu uslu oturun, birbirinizin sırtına çıkıp kapıya doğru hücum etmeyin, yerden bilmem kaç km yukarıdayız” deseler. Olmaz mı?

Sizce hangisi daha mantıklı?

KÜÇÜK JESTLER

Gençlerbirliği, Beşiktaş’la İnönü’de yapılan son maçta, kendisine ayrılan koltukları Beşiktaş taraftarlarına bırakmış. Gazete “küçük jest” tanımını yapmış.
Küçük jestler hayatı güzelleştirir. İşte bir kaçı:

-En sevdiğiniz müzisyenin konserine bilet bulamadığınız anda size kendi biletini uzatması.

-Size verdiği randevuya gitmemek için bin nedeni varken, orada olması.

-Siz üzerinizi değiştirebilin diye, ocaktaki yemeğin karıştırılmasına gönüllü olması.

-Tutkuyla bağlı olduğu takımının ezeli rakibiyle oynadığı maçı izlemek yerine, sizinle yemek yemeyi seçmesi.

Küçük dediğiniz hiçbir jest küçük değildir. Sizde var mı örneği?

AKLIMDA KALAN

“Ben bu fili neresinden tutayım?” sorusu: Okur haklı, soruyor: “Reyhanlı’daki bombalar için medya yasağı hakkında neden bir şey yazmıyorsunuz?” Tuhaf tuhaf soruya bakıyorum. Medya yasağına gelene kadar! Türkiye’de gazetecilik öldü ve kimse bunu yüksek sesle söylemiyor. Gazetecilik etiğinin içi boşaldı. Gazetecilik kavramları elbirliğiyle mezarlarına yerleştirildi, toprağı örtüldü. Gazeteciler, halkın haber alma özgürlüğünü gerçekleştiren aracılık işini terk etti, kendileri doğrudan fail (yapan/eden) oldular. Failler ikiye ayrıldı: Soytarılar ve katliamcılar! İkiye ayrılınca onlar iki de sonucu oldu: Bir, neyse ki onları adam yerine koyan yok, iki, onların dışında kalanların da gazetecilik yapmasına olanak yok. Hep birlikte gazeteciliğin ruhuna dua edelim bile diyemiyorum çünkü ne onlar için dua etmek isteyecek birileri var, ne de “iyi bilirdik” diyecek üç kişi! Türkiye’de gazetecilik, ABD’de avukatlığın düştüğü en muteber olmayan işler listesine girmiştir. Kim neden oldu? Nasıl oldu? Soruları artık abzürtlük noktasındadır, söz söylemek de vakit kaybıdır.