Nuran YILDIZ

ÖPÜŞMEK SADECE BİR AYRINTI

----- 27.05.2013 - 00:15 -----

Ankara’da, metroda, başka derdimiz kalmamış gibi bir anons yapıldı: “Lütfen ahlak kurallarına uygun hareket ediniz.”

Ne tesadüf! Tam o sırada da TBMM’de alkol yasaklanıyordu. Kolonya yerine gül suyu mood’una girmişti ülkem.

Hepi topu 3-5 istasyonluk metroda hangi ahlak kuralı delinebilir ki? İstesen bile yetiştirmen mümkün değil. Ankara’ya 100 AVM dikmeyi başaran Gökçek, metroya 100 metrelik hat ekleyemedi.

Kaçamak bir öpücüklük mesafede. Ahlak kuralları uyarı cümlesi bitene kadar varacağın yere varmış oluyorsun zaten.

Fırsatını bulsalar mıncıklamadan duramayacak adamlara düşüyor uyarıda bulunmak. Öpücükten ne anlıyorlarsa artık. Mesele bir dudağın bir dudağa değmesi değil halbuki. Der ki “Aşk Doktoru” filminde Will Smith, “Öpüşmenin yüzde 90’ı öpüşmekten önceki andır!” Heyecan, tutku hepsi o yüzde 90’dadır. O hisse gelmişsen öpüşsen ne olur, öpüşmesen ne olur!

Cumartesi. Metronun Kurtuluş istasyonunda “Sevgilinizi de alıp geliniz, öpüşeceğiz” eylemi vardı, anonsa inat. Öpüşerek protesto eden gençler, sevgilisinin dudağından kopup gelen gençler tarafından basıldı, iyi mi?

İki yıl önce de İstanbul’da, otobüs şoförünün zihniyetini protesto için öpüşmüştü insanlar. Üç yıl önce de Paris’te, eğitim reformunu protesto için. İçimden bir ses “yürüyelim arkadaşlar” kuşağı gitti, “öpüşelim arkadaşlar” kuşağı geldi diyor. Sakıncası yok.

YARA BANDI

Daha iki hafta önce, internet kuşağının üyeleriyle dolu sınıfta “internet sizi özgürleştiriyor hissi yayarken, görünmez parmaklıklarla çevrili bir esaretin içine hapsediyor” dediğimde anlamakta zorlananlar olmuştu.

Parmaklığınızın yeri belli değil. Hapishanede mi, sirkte misiniz bilmiyorsunuz. Perdeler kapalı, kapılar kilitliyken korunaksız, savunmasız ve çıplaksınız.

İnternet üzerinden görüntülü görüşmediğim, “bilgisayarımda kamera yok, olsa da kullanmam” dediğim için demode, çağdışı yaftası alnımın ortasına konuveriyordu.

Bilgisayarımı yenilerken bile kameralı ile kamerasız arasında tercihimi kamerasızdan yana yaparken, evde kameralı bilgisayarların mercekleri yara bantlı dururken, kafayı yedim muamelesi de gördüm defalarca.

Ayşe Arman bilgisayarınız kapalıyken bile sizi gözetleyen birileri olabileceğini bir hacker’ın ağzından yazınca. Kendimi tutamadım “Ben dedim inanmadınız ahanda gördünüz mü?” deyiverdim.

Bilgisayarınız açık kapalı fark etmiyor, uzaktaki biri sizi gözetleyebiliyor! Bilgisayarlara uzaktan dosya yüklenmesini, dosya çalınmasını öğrenmiştik de kapalıyken bile görüntü alınabildiğini de öğrenmiş oldu bazılarımız.

Ayşe de evine gider gitmez kameraya yara bandı yapıştırıvermiş benim gibi. Bu bir rastlantı mıydı? Neden kameraları yara bantlarıyla kapatmayı seçiyorduk? Yara bandı bilinçaltının bir oyunu mu? Yeni teknolojiler, özgürlük vaatleri altında yaşamlarımıza falçatalar atıyor, ruhumuzun kimsenin görmediği kanayan yaralarını kendi çaresizliğimizle kapatmaya mı çalışıyoruz?

BİR KADIN NE ZAMAN TÜKENİR?

En çok izlenen dizinin, en çok konuşulan kadını Meryem Uzerli, tükenmişlik hastalığına yakalanmış.

“Çok çalışmaktan” diyen var. “Az para alıyormuş ondan” diyen var. “Sevgilisinden ayrıldığı için” hikâyesi de dolanıyor.

Haylaz aklımda soru: Bir kadın ne zaman tükenir?

Çok çalışmakla tükenmez. Avcı-deşirici topluluklardan bu yana kadın bünyesi çok çalışmaya ayarlıdır. Çalışmadan durmak kadına uymaz. Uzanıp yatsa tavandaki noktaları sayar. Sevişirken ertesi günün planlarını yapar. Bedeni uyusa, zihni uyumaz.

Az para almak da bir kadını tüketmez. Ya yan gelir yaratır ya da ayağını kazancına göre uzatır.

Bir kadını ancak duygusal dünyası tüketebilir. Herkes onu izlerken, sevgilisi onu istememişse, yeterince ilgi göstermemişse bu, kadını tüketmek ne kelime, bitiren şeydir.

Yok eğer Hürrem’inki, şımarıklığın blöfüyse, bizimkiler öyle Alman falan dinlemez, yatakta şımarığı çeker de, çalışmada çekmez, kapıyı gösteriverir. Timur Savcı da öyle yapacak gibi.

OKURUN ZEKİSİ DE BENİ BULUR:)

Sevgili Ş. Ferhat K. önceki yazımda yer alan "Aşk sahip olma isteğine asılı yaşamaktır. Sahip olduğunuz anda bitmesi de bundandır" cümlem için “fevkalade güzel bir tanımlama” demiş ve bir mühendis mantığıyla yaptığı yorumu göndermiş:

“Sahip olma zamanını ‘n time’ olarak alırsanız, ona ulaşmadan önceki aşamayı, yani aşka sahip olma isteğine asılı yaşama zamanını ‘(n-1) time’ olarak tanımlamak gerekir. ‘n time’ zirveye ulaşıldığı, ancak çok kısa bir süre sonra her şeyin bittiği bir zamanlamadır. Çünkü bir sonraki aşama ‘(n+1) time’ çan eğrisinden aşağı dönüldüğü, olumsuzlukların başladığı zaman dilimidir. Bu nedenle, ‘(n-1) time’ her zaman benim de tercih ettiğim bir konuşlanmadır.”

Sevdim bu tanımlamayı. Keşke biz sosyal bilimcilerde de mühendislik zekasından birazcık olabilse. Ferhat Bey, e-postasını aşk yerine sevgiyi öne çıkarmam dileğiyle bitirmiş. Denerim ama söz veremem.

AKLIMDA KALAN

“Ne kadar yakından bakarsan…” cümlesi: Bu filmi izleyeceğim: Sihirbazlar Çetesi. Film neye benziyor bilemem. Sadece sloganı hoşuma gittiği için izleyeceğim: “Ne kadar yakından bakarsan, o kadar az (şey) görürsün.” Morgan Freeman var üstelik. Severim. Ama sloganına bayıldım. Toplumsal bir olaydan uzaklaşınca anlayabiliriz gerçekte ne olup bittiğini. 50 yıl sonra ülkemizin bugününü yazacak olanlar keşfedecek gerçeği. Bir aşktan uzaklaşınca anlayabiliriz, kadın ne kadar gerçek, adam ne kadar gerçek. Aşkın içindeyken sarhoşluk hali defoları gizler. En kalas olanı yumuşak, en canavarını melek sanabiliriz. Uzaklaştıkça objektif olabiliriz. Arkadaşım, aşık olduğu adamın şaşı olduğunu aşk bitince fark etmişti misal. Yaklaştırın gözünüzü bu yazıya, harfler birbirine karışır. Uzaklaşın bir, her şey netleşir. Toplumsal olaylarda dönen dolaplar da. Aşklarda atılan kazıklar da. Uzaklaşın, belirginleşir.