Nuran YILDIZ

KOCANIZI KAÇA SATARSINIZ?

----- 15.07.2013 - 00:01 -----

Diyelim ki kocanıza çok kızdınız. Sizi başkasıyla aldattığını düşünüyorsunuz. Eğer hayli geniş biriyseniz, olmamış gibi yaparsınız. Az geniş biriyseniz bir tokat patlatır aynen devam edersiniz.

Geniş değilseniz, ayrılırsınız. Tahammülsüzseniz boşarsınız.

Peki içinizden kaçı kocasını satışa çıkarıp, aldatılma hikayesinden para kazanmayı düşünür?

Ya da aldatılmış eş ağlaklığında medyada boy göstererek kendinizi küçük düşürmenin, çocuğunuzun ruhsal gelişimini bozmanın maddi değerini nasıl belirlersiniz?

Tuğçe Eyilik diye biri, kocasıyla birlikte olduğunu iddia ettiği Ajda Pekkan’a tazminat davası açmış. Pekkan’dan 250 bin lira istiyor!

İstenen bu para ne parasıdır? Kocasının hava parası mı? Satış bedeli mi? Yoksa 67 yaşındaki Ajda’nın ikna becerisini ödüllendirme mi?

Tuğçe Hanım davalarını medyayla paylaşmaktan özel bir haz mı duyuyor bilmiyorum, Hürriyet gazetesinin sayfaları hanımefendinin dava dosyası gibi. Mahkemeye verdiği her belgeyi Hürriyet’ten takip etmek mümkün. Hürriyet, Tuğçe Hanımın mahkeme kalemine döndü neredeyse.

Anlamaya çalışıyorum, kocayı rezil etmek, canını yakmak istiyor. Ama habere bakıyorsun, koca konu bile değil.

Ajda Pekkan’ın boy fotoğrafı bir yanda, Tuğçe Hanımınki diğer yanda. Biri genç, biri yaşlı iki sarışın yan yana.

Tuğçe Hanım Pekkan’a “Kocamla yattın, itibarımı zedeledin, bunun karşılığı 250 bin eder” diyor. Sormak lazım değil mi, parasını ödediği sürece kadınlar, başkalarının kocalarıyla yatabilir mi?

Üstelik iddianın üzerinden 2 yıl geçmiş. Aklına şimdi gelmiş. Dilekçede Tuğçe Hanımın üzüntüden toplum içine çıkamaz olduğu yazılıymış. Gün geçmiyor ki hanımefendinin sosyete partilerinde boy göstermediği bir magazin haberi görmeyelim. Toplum içine çıkamamak buysa, insanın az biraz da biz çıkamayalım diyesi geliyor.

Bitmedi. Hanımefendi dilekçesinde, “Ben 37, kocam 44, Ajda 67 yaşında” yazmış. Sizi bilmem, ben böyle bir kıyaslamayı utançtan yazamazdım.

Ego da hayli yüksek olsa gerek, bir süperstar ruh hali mevcut. Ona göre tezgahtarlar derhal onu tanıyor, tanımakla kalmayıp boşanma sürecini ezbere biliyorlar! Peki önce gazetelerde “kocam beni aldattı” haberleriyle boy gösterip sonra herkesin haberdar olmasından şikayet etmek nasıl bir ruh hali ki?

Çocuğunu düşünen bir anne böyle davranır mı?

İddiasının en güldüğüm yeri de şu: Tuğçe Hanım nereye gitse Ajda şarkısı çalmaya başlıyormuş. Hani toplum içine çıkamıyordu?

Şimdilerde şöyle bir moda var: Zengin bir adam bul. Evlen, hemen çocuk yap. Evlenmiyorsa da çocuk yap. Mahkeme aracılığıyla parayı kap, hiç çalışmadan hayatını garantiye al. Bu sektörde aracılık edip komisyon alanlar bile var.

Tuğçe Hanım onlardan değilse bile, her şeyi paraya çevirmek isterken kendi itibarının da üstünü çiziyor. Kendisine bir tavsiye: Kendi itibarını bile umursamayan medya, ne Tuğçe Hanımın itibarını ne de çocuğunun ruh halini düşünür. Bunları düşünecek olan hanımefendinin kendisidir.

SANKİ BAŞBAKAN BANA SORUYOR!

Yiğit Bulut Başbakana başdanışman oldu ya, millet bana soruyor. Neden oldu? Nasıl oldu? Nerden bileyim, Başbakan danışman atarken bana mı soruyor?

Soruların altında yatan yeni danışmana itiraz değil, başbakanlık danışmanı olmanın kriterlerinin alt sınırını merak ediyorlar. “Öyle ya” diyorlar, “o olmuşsa biz neden olmayalım?”

Onlara verdiğim yanıtı sizlerle paylaşayım: Başbakana danışman olan adamın düzeyinden size ne? Çıtanın aşağı çekilmesinden kaygılanması gerekenler Başbakanın danışmanlarıdır. Konu doğrudan onların imajlarıyla ilgilidir.

PEK SEVDİM

Cemil Çiçek, “Milletvekillerine dil orucu tutmalarını söyledim” demiş. En sevdiğim şey. Söylenmeyen sözün değeri söylenen sözden kat kat fazladır.

ÇOK SEVDİM

Serdar Ortaç’ı severim. Benim sevdiğim insanlar sevmez, ben severim. Bunun müziğiyle hiç ilgisi yok. Hayata asılışını severim. Dalga geçişini de. Kendini bir şey sanan hiçbir şeylerin ona tepeden bakmasına da sinir olurum.

Sevgili İzzet Çapa zıpırı, Ortaç’a sormuş: “Akil adamlar listesinde olmamak seni üzdü mü?” Ortaç yanıtlamış: “Benim yaşantım akil adamdan çok serseri adam normlarına uygun.” İşte bu!

BENDEN SONRA…

Terör örgütünün lideri “Benim burada çat diye kalbim durursa süreç ne olacak?” demiş.

Sorunun pek çok boyutu var:

Mesela ego boyutu. Kendini önemli görme, vazgeçilmez görme boyutu.

Mesela Doğu tipi siyaset boyutu. İlkelere değil, kişilere bağlı siyaset boyutu.

Hani çok bildik bir söz vardır, mezarlıklar kendisini vazgeçilmez sanan insanların cesetleriyle dolu. Hayat mı daha acımasız, insan mı?

ÜNİVERSİTELER…

Gazeteler üniversite ilanlarından geçilmiyor. Öylesine kötü ilanlar ki, insanın tercihte bulunası kalmıyor.

Üniversite önceden bilim yuvasıydı, sonra meslek okulu, şimdi de para kapısı oldu. İtibar ara ki bulasın. Yazık.

AKLIMDA KALAN

“İle” bağlacının başına gelenler: Dil bilgisini Emin Özdemir’den okudum. Geçenlerde ölen Sait Maden’den öğrendim, Feyza Hepçilingirler’i dikkate aldım. Bilerek, farkında olarak yazım yanlışı yapmam, yapana da tahammül etmem. “De, da”yı nerede ayrı nerede birleşik yazacağını bir türlü öğrenemeyen insanımız, “ile” bağlacıyla da acayip bir sorun yaşıyor. Nerede sözcükle birleşecek, nerede ayrı yazılacak karar veremiyor. “Adam ile kadın gidiyor” yazıyor, “adamla kadın” yerine. Oysa bilgi basit: Özel isim varsa ayrı, yoksa birleşik yazılır. Bunu öğrenmek o kadar mı zor? “Sen de kafayı nelere takıyorsun” diyeceksiniz şimdi. İyi de özenmediğin yaşam, yaşam mıdır? Üstelik ben, “ile” bağlacını “ve” bağlacından daha çok severim: “Sen ve ben” yerine, “senle ben” daha uygundur yaşama bakışıma…