Nuran YILDIZ

GEÇ KALMIŞ BİR ZİYARET

----- 02.09.2013 - 00:01 -----

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, eski Genelkurmay Başkanı, şimdi terörist olmaktan müebbete mahkum İlker Başbuğ’u ziyaret etti.

Hem de heyet halinde.

Başbuğ’un tutuklanışından bir yıl sekiz ay sonra.

Müebbete mahkum edilişinden ise bir ay sonra.

Bir yıl sekiz ay geç kalmış bir ziyaret.

Bu gecikmeyi neye yormalı?

CHP’nin ürkek ve korkak politika anlayışına mı?

Siyasette zamanlamanın öneminin zerre farkında olmamalarına mı?

Öngörüsüzlüklerine mi?

CHP’yi yenileştirme çabalarının tabanda karşılık bulmadığı gibi tepkiyle karşılanmasına mı?

Yoksa bir avuç gencin Silivri’de yaşananlara koydukları tepkiden, gösterdikleri yüreklilikten utanmalarına mı?

Evet, CHP Genel Başkanı Silivri için “toplama kampı” ifadesini kullanmıştır.

Evet, milletvekillerini onları ziyarete yollamıştır.

Ama tüm bunları kendi tutuklu milletvekilleri çerçevesinde yapmıştır. Hukuk dışılığa genel bir tepki koymaktan çekinmiştir. Geçmişinden korkmuş, “askerci” damgası yemekten tırsmıştır. İktidarın kendisini sıkıştırdığı köşede kalmayı seçmiştir.

Oysa kaç kez yazdım, insanların uğradıkları haksızlıklar onların asker, polis, doktor, gazeteci vs. olmasından bağımsızdır ve evrensel bir itirazın konusudur.

CHP ürkek, zamanın siyasetinin gereklerinden habersiz, “at yarışı” olarak tanımlanacak kadar zamanlaması önemli olan siyasette zamanlama kavramını anlamamış, öngörüsüz bir siyaset izliyor. Rehberlik etmesi gereken günlerde, atın üzerinde olmak yerine kuyruğuna yapışmayı tercih ediyor.

Mark Twain’in ünlü “Geç gelen adalet, adalet değildir” sözüne atıfla “geç yapılan ziyaret, nafiledir.”

BEN YOKKEN…

15 gün yoktum.
Rodeo yarışında, çılgın atın üzerindeki kovboy gibi durmadan sarsılan ülkemde neler oldu neler.

Geldik, durduk savaşın eşiğinde. Kimse bunu tınmadı da, Hürriyet gibi bir gazetede 3 tam sayfa yer bulan 3 günlük popüler kişilik Meryem Uzerli’nin yatak odası maceraları infial yarattı.

Meryem Hanım Hürriyet gibi büyük bir gazetede süper bir halkla ilişkiler işi yaptı. Olayı sahneye koyanlar yeterince kafa yormamış olacaklar ki, dikkatli okur röportajdaki çelişkileri hemence yakalayıverdi.

Hem “ilgiden, şöhretten bunaldım kaçtım” diyeceksin hem de Hürriyet’e masum ve mazlum kızı oynayan bir söyleşi vereceksin! Uzaktan şöhretini yönetmek için taklalar, tweet’ler atacaksın! İnsanlar bunu yiyecek kadar salak (sözcük ağırsa “saf”la değiştirdim) mı diyeceğim ama gördüğüm kadarıyla evet öyle olanlar çoğunlukta.

Sanki babasız çocuk doğuran tek kadın o. Sanki ona şöhreti ve parayı zorla verdiler.

31 yaşında bir kadın parası olduğu belli bir adamdan çocuk yapıyor. Adam deseniz, üzerine bunca laf etmeye, gelecek planı yapmaya değecek birine de benzemiyor.

Zaten söyleşinin bir yerinde açık veriyor Meryem Uzerli, “31 yaşındayım. Hayatta hiçbir şeyin garantisi yok. Çocuğu doğurmaya karar verdim.”

Hadi artık utanma kalmadı, nasıl çifteştiğini rahat anlatabilirsin. Hanımefendi adama korunma yöntemlerinin emin olmadığını söylemiş de, adam da bir şey olmaz demiş de falan… Suç adama kaldı.

Bu çirkin kadınsı bakışı şiddetle reddediyorum. Adam “sorun yok” diyor da sen “risk var” diyorsan sevişme kardeşim. Zorla tecavüz mü ediyorlar? Sevişirken iyi, hamile kalınca adam kötü.

Hadi sevgili arkadaşım Ayşe Arman söyleşinin cazibesine fit oldu, gazetesi için de bulunmaz hikaye, ey okur sen aklını peynir ekmekle mi yedin?

HERKESİN HAYALİ KENDİNE…

BM Raporuna göre denizler 2100 yılına kadar 91 cm yükselecekmiş. Bu haberi okuyan babam “iyi iyi” dedi, “deniz kıyısında evimiz olacak.”

Yıllar önce emekli ikramiyesiyle yazlık almaya karar verdiğinde, eldeki para çok az olduğundan önünde iki seçenek vardı: Ya deniz görecek ama denizden uzakta olacak, ya da denize yakın olacak ama denizi görmeyecekti.

İlkini seçmişti. Ve o günden itibaren terasında oturup aşağıda sereserpe uzanan denize bakıp, onun yükselmesini hayal eder olmuştu. Ancak deniz yükselince, deniz kenarında evi olabilecekti.

İklimin ısınmasının yaratacağı felaketleri unutup, denizler yükselince o kadar yolu yürümesi gerekmeyecekti.

Boşuna dememişler, kiminin hayali, kiminin kabusudur diye…

HADİ YA…

Bir maçta yenildikten sonra yenilgiye kendileri dışında gerekçe gösteren teknik adamlara gıcık olurum.

Yenilirler, ya hava kötüdür, ya hakem kötüdür ya da zemin.

Fatih Terim de Eskişehir beraberliğine kılıf bulmuş: Zemin kötüymüş!

Eskişehir aynı zeminde oynamadı da, yerden 10 cm yüksekte mi oynadılar?

Hep derim, bir olumsuzluk varsa önce dön ve kendine bak, bunu yapmazsan daha bahane bulacak çok durum yaşarsın.

AKLIMDA KALAN

Tutarsızlık: Geçmişte Elif Şafak yazmıştım, “hem tasavvuf üzerine söz söyleyen olacaksın, hem de kredi kartı reklamında oynayacaksın, bu ne iş” diye. Oyuncu Ulvi Alacakaptan Sevgili İzzet Çapa’ya (bence gazeteciliği kulüp işletmeciliğinden iyi), Mehmet Ali Alabora için “Bir bankanın kampanya yüzü olmuş biri devrimci sanatçı olarak söz söyleme hakkını kaybetmiştir” demiş. Müthiş saptama. Tutarsızlıkları sergileyenler olduğu sürece, insanlıktan umudumu kesmeyeceğim.