Nuran YILDIZ

DİNLEME ÜZERİNE DÖNEN SAÇMA BİR MUHABBET

----- 28.10.2013 - 00:01 -----

Uzadıkça uzadı. Kim kimi dinlemiş de, dinlememiş de falan.

Sokaktaki Ali Amca düzeyine kadar inen, Başbakan düzeyine kadar çıkan dinleniyor olma durumumuz bizde artık eskilerin deyimiyle vaka-i adiyeden oldu.

Bakanlardan birinin “Dinlemelerini istemiyorsanız siz de telefon da konuşmayın” diyerek kestirip attığı, Başbakanın da dinlendiğini öğrenince susup oturduğu günlerden bu yana hiç birimizin gıkı çıkmıyor.

Hepimizde bir aymazlık hali, umurumuzda değil.

Artık telefonun iki kişilik olmadığını bilmeyen kalmadı. Konuşan iki kişi ve konuşmayan üçüncü taraf.

Dahası devletin televizyonu TRT’de bile “Bir kitle iletişim aracı söyleyin” sorusuna “telefon” diyenler kazandı, iyi mi?

Onca yıllık iletişimciyim, meğer telefon kitle iletişim aracıymış, bilmiyordum. Ama. Yanıta da şaşırmadım, çünkü dinleyen tarafın kaç kişi olduğu muallakta.

Şimdilerde ABD’nin hangi ülkeyi dinleyip hangi ülkeyi dinlemediği tartışılıyor.

Demek ki ABD “Dinlemedik” deyince inanacak hayli saf bir insan yığını var.

Sokaktaki insan bile “Çipi neremize taktılar” dalgasını geçerken, “Sizi dinlemedik” dendiğinde inanacak saftirikleri tek tek görmek isterdim açıkçası.

O saf kitleye yıllar yılı Blackberry dinlenmiyor diye yutturdular, yutanları da kuş gibi avlayıp arşivlediler. ABD’nin emekli Ulusal Güvenlik Direktörü yanındaki adama “Obama’ya Blackberry kullanma, seni dinlerler dedim, ikna edemedim” açıklamasını yaparken, iki sıra arkasındaki adam tarafından dinleniyormuş!

Şimdi de bazı saf vatandaş türü, Apple’ın “what’s up”ının takip edilmediğini düşünüyor.

Bitmedi. Birkaç gün önce ABD sözcüsü Marie Harf’e, saf gazetecilerden biri “hangi ülkeleri dinlediklerini” soruyor. Kadın “Şu ülkeleri dinlemedik” dese inanacak demek ki.

Harf yanıtlıyor: “Ülke bazında cevap veremem, vaka bazında bir durum bu.”

Benim zekâları ortalamanın hayli üstündeki okurlarım, böyle saçma sapan konulara takılmaz, bilirim.

Herkesi dinliyorlar. Öyle telefondan değil, oramıza buramıza çip falan takarak değil. Elbette onlar da var ama dahası uzayda uydular var, canı istedi mi yatak odamızı da dinleyebilir, manavdan maydanoz alma muhabbetimizi de, devletin istihbarat toplantılarını da.

Hepimiz çırılçıplak, dımdızlak ortadayız yani. Benim sevgili okurum, yorma kafanı, sal gitsin.

Sözün özü, insan hak ve özgürlükleri konusunda en güzel cümleleri, hak ve özgürlükleri hiç tınmayanlar kurar.

NASIL ATLARIM BEN BUNU?

Galatasaray yönetimi, Metin Oktay Fair Play Ödülü verdi. Ödül, Fenerbahçe 15 yaş altı futbol takımının hocası Tolga Şambay’ın oldu.

“Ne var bunda?” Diyeceksiniz.

Tolga Şambay aynı gerekçeyle FİFA-Fair Play Ödülü’nü de almış 2012’de.

Ödül gerekçesi ne biliyor musunuz? Eskişehir’le oynuyorlar. Eskişehir’in oyuncu değiştirme hakkı bittikten sonra, bir futbolcusu sakatlanıyor ve sahada 10 kişi kalıyorlar. Şambay yetkililerle konuşarak kendi takımının da 10 kişi kalmasını istiyor. Böylece mücadeleye eşit koşullarda devam edilmesini sağlıyor!

Herkesin bu kadar çok ve çabuk kirlendiği bir dünyada bu kadar eşitlikçi, adil, klas, “adam gibi adam”lık örneğini nasıl atlamışım ben, bu olaydan nasıl haberim olmamış? Kendime kızdım! Çok kızdım!

NEDEN 100 METRE, BİLEN VAR MI?

İçki satışları okul ve camilerin 100 metre uzağında olmak zorundadır. İyi.

Geçen hafta da şans oyunları ve Milli Piyango aynı uzaklığa itildi, 100 metre. O da iyi.

Peki, bana bu mesafenin neden 100 metre olduğunu söyleyebilecek biri var mı? 50 değil, 150 değil de neden 100 metre? Anlamı ne, önemi ne? Nihayetinde kafaya koyanın bir koşu gidip gelebileceği bir mesafe değil mi bu 100 metre?

OKURA ÖNEMLİ NOT:

Bu “Haftanın Dersi”ni atlamayın derim. Yazar Hakan Günday “umut” üzerine öyle şeyler söylemiş ki, “ben söyleseydim” imrenmesi içime oturdu.

AKLIMDA KALAN

Yılmaz Özdil’e gelen iki mektup: Sevgili Özdil, Maltepe’de Balyoz’dan tutuklu askerlerden mektup almak isteyen okurlarının adreslerini beklediğini yazdı ya, kendisine adres yağmış. Adres gönderenlerin çokluğu beni hiç şaşırtmadı, görünmeyen bir damar vardır hep. Özdil birkaç gündür adres gönderenlerin mail’lerinden birkaçını koyuyor köşesine. Mail dünyasına sıkışmış insana en klasik haliyle “asker mektubu” gönderme neresinden bakarsanız harika bir fikir, gözden uzak olanın akıldan uzak olmamasının altını çizen bir fikir. O mail’lerin hepsi çok etkileyici ama iki tanesi var ki, çok sevdim. Birini Adil göndermiş, “Ödemeli göndersinler, faydamız olmadı, bari zararımız dokunmasın” diyor. Gözlerim doldu. Diğeri ise Mine’den, “Çocuklarınızı parka götürmemi isterseniz, eşinize sizin adınıza çiçek göndermemi isterseniz, annenizi, babanızı ziyaret etmemi isterseniz emrinizdeyim” demiş. Bu güzel insanların yaşadığı ülke sevilmez mi?