Nuran YILDIZ

SONBAHARIN VE ANKARA’NIN ORTA YERİNDE…

----- 31.10.2013 - 00:01 -----

Önceki akşam. Keyifli bir sohbetin içinde kürek çekiyoruz arkadaşımla. Bir akşam vakti, Ankara’nın orta yerinde. Seymenler Parkı’na bakan bir kafede.

Arkadaşım İstanbul’dan taşındı Ankara’ya. Bu hakkı yenmiş şehri sevmekle sevmemek arasında gidip geliyordu. Sevmeye karar verdi sayemde. Ben demiyorum, kendisi öyle söylüyor, “Aşk Yüzyılı Bitti’yi okumak bana Ankara’yı verdi” dedi.

İçinde Ankara geçmeyen bir kitap bunu nasıl yaptı derseniz, uzun uzun anlatır size. Güzel anlatır.

Onunla Seymenler’in üzerine karanlık düşmüş sarı ağaçlarına bakarken, “Doğru mevsimde fark etmişsin bu şehri” diyorum, “Belki de sen kitabımı okurken, sonbahar da sana yardım etmiştir, Ankara’yı sevmen için.”

Çünkü Ankara sonbaharda hiç olmadığı kadar güzeldir. Yüzündeki kuburunu silince güzelleşen, balo kıyafetini giyince parıldayan bir külkedisidir bu şehir.

Sonra yazmaktan ve okumaktan çok keyif aldığım 13 Kasım 2009 tarihli yazımdan söz ettim ona. Sonra sizinle bir daha paylaşmaya karar verdim:

Ankara’ya sonbahar gelir…
Ankara’ya sonbahar gelir ki görmelisiniz… Ömrünüzün bir yerinde, sonbaharların birinde birkaç günü Ankara’da geçirmeden “bir hayat yaşadım” demeniz hayata büyük haksızlık. Öyle gelir Ankara’ya sonbahar…

Gri, renksiz sandığımız sokaklar öyle renklere boyanır, yürürken bir tablonun içinden geçiyorum sanırsınız. Adımlarınız bir tuvale basar gibi olur ya da..

Sarıdan yeşile, pembeden kırmızıya tüm renkler, ağaçtan önce dalda, daldan önce yapraktadır. Şaşkına dönersiniz..

Ankara’ya sonbahar öyle bir gelir ki yüreğinize mi çarpar önce, gözünüze mi çarpar bilemezsiniz…

Ankara’da aşk mevsimi ilkbahar değildir, aşk sonbaharla gelir. Sevgiliye daha bir sokulmak için hafif bir rüzgar, incecik bir soğuk süzülür içinize.. Bir tuzak gibidir sevgiliyi akla düşürmek için Ankara’da sonbahar.

Sokak sokak, Bahçelievler’den Yüksel Caddesi’ne, Tunalı’dan Cinnah’a sarı sarı şehre karışır hayat. Sarı sarı hayat soluklanır her köşede.

İşte o zaman anlarsınız tüm gri anılar sarıdır. Ankara bir sarışındır aslında. Öyle şuh türünden değil, masum, sessiz ve sakin bir sarışın…

Bir tepeye, bir yükseltiye çıkmalıdır hemen. Vakit yitirmeden. Bir dakikasını, bir saniyesini kaybetmek olmaz. Sonbaharda bakınca bir tepeden neden şairler Ankara’dan çıkar anlarsınız.. Tablosunda sarı kullanmayan ressam bilirsiniz ki Ankara’dan geçmemiştir.

Ankara’da sonbahar baştan çıkarıcıdır. Kendinizi sürüklenirken bulursunuz sonbaharın içinden geçerken.. Sürüklenirsiniz ya sokağa ya da sevgilinizin kollarına…

Fark edersiniz yanı başınızda durduğunu ağaçların. Anlatsanız dinleyecektir sizi, dinleseniz anlatacaktır sanki o sessizce boynunu bükmüş ağaçlar…

Ankara’da sonbahar başka türlüdür. Sarhoş eder insanı. Renkten sarhoş eder, hüzünden sarhoş eder… Bıraksa gitmek istersiniz… Bırakmaz. Gitseniz sarısı sizi geriye çağırır.

Öyle bir kendinden geçme halidir ki bu, tüm eski sevgililerinizi aramak istersiniz bir bir. Tüm dostlarınız “hadi gel kafa çekelim” mesafesinde olsun istersiniz.

Bir sonbaharda Ankara’da ellerinizi cebinize sokarak ve yanında şımarıkça gülümseyerek ve hiç konuşmayarak onunla yürümek istersiniz… Hangi sokağa girdiğinizi bilmeden ve düşünmeden hiç… Ayaklarınıza sarı yapraklar bulaşarak ve kulağınıza yaprak çıtırtıları dolarak… Öylesine yürümek… Ankara’da… Sonbahar’da… Yapmazsanız eksik kalır hayat…

AMAZON, KÖPEK BALIĞI, CLOONEY…

Bilmiyorum okudunuz mu, geçen hafta Ertuğrul Özkök yeni zamanın ekonomi muhabirliğini yaptı.

Amazon.com’un piyasanın “köpekbalığı” oluşunu yazdı. Online alış-verişte kendisine rakip olması olası tüm şirketleri piyasadan silişini anlattı.

Ben Amazon’dan kitap vs. alan biri değilim. Haberi okuyunca, koklayarak ve dokunarak satın alan kuşaktan olduğuma sevindim. Amazon’un şirketini satmak istemeyenlere uyguladığı baskı sinirlerimi bozdu, Up in the Air filmini anımsadım.

O filmde George Clooney’in canlandırdığı acımasız karakter Bingham’ın sözleri şöyleydi: “Bizler kuğu değiliz, köpekbalıklarıyız.”

Ne çok köpekbalığı var etrafta, suyu rahat içemez olduk.

ARIYORUM

Bir gazetecinin “Sizin de kasetiniz var mı? Çıkar mı?” türü sorusuna, “yok, sanmıyorum” türü yanıtlar vermek yerine, “Eğer varsa, bu benden önce özel yaşamlarımızın gizliliğini emanet ettiğimiz devletin sorunu” diyecek bir siyasetçi arıyorum.

ALKIŞ

Önceki hafta “Türkler de İtalyanlara benziyor. Burada herkes her şeyi biliyor” diyerek dalgasını geçti. Sevdim.

Geçen hafta ise medyadaki eleştiriler hakkında ne düşündüğünü soran gazeteciye “Gazete okumuyorum ki eleştirileri dikkate alayım” diyerek medyayı bir kalemde çizdi. Sevdim.

Galatasaray’ın hocası Mancini’ye içten bir alkış gitsin benden.

AKLIMDA KALAN

Okura sormak istediğim bir soru: 29 Ekim’de gazetelerde bir ilan vardı, Kale Kilit’in. Bir anahtar çizmişlerdi sayfanın orta yerine. Anahtarın tırtıklı yerini Mustafa Kemal’in “K. Atatürk” imzasından yapmışlardı. Fikir iyi fikirdi ama yine de kafam karıştı. Bir tarafım “Evet yaa, Mustafa Kemal gerçek bir anahtar anlayabilene” dedi, bir tarafım “Olur mu hiç, Mustafa Kemal imzasını bile kendi imajları için malzeme yapmak?” dedi. Peki siz hangi taraftasınız sevgili okur?