Nuran YILDIZ

İSTANBUL UMURUNDA BİLE DEĞİL…

----- 07.11.2013 - 00:01 -----

Mustafa Sarıgül ve ekibinin aylardır ve hatta yıllardır yönettiği süreç nihayet istedikleri biçimde sona erdi.

Sarıgül’ü sevelim ya da sevmeyelim, kabul edelim ki adam çok çalışıyor. Enerjisinin tek kaynağı var: hırsı.

Çok istiyor ve istediğini elde etmenin gereğini yapıyor. “Yoruldum” demiyor, “yıldım” demiyor. Umutsuzluğa kapılmıyor. Hedefe kilitlenmiş, çalışıyor.

Sevelim, sevmeyelim bu böyle. Peki tüm bu adanmışlığının derdi ne?

Bir tek şey: CHP Genel başkanlık koltuğu. Bunu sağır sultan bile biliyor artık. Bilmedikleri şey, Sarıgül’ün İstanbul Başkanlığıyla ilgili düşüncesi.

CHP Genel başkanlığını bu derece tutkuyla istemesinin çocukluğuna inmeyi gerektirecek bir nedeni var mı bilemem ama bildiğim, CHP Genel Başkanlığını başbakanlık koltuğu için istiyor olduğu. CHP’ye genel başkan olunca, Başbakan da olacağına inanıyor.

Nereden mi biliyorum? Geçmiş bir zamanda kendisiyle yaptığımız konuşmada, Türkiye Değişim Hareketi’ni partileştirmekten söz etmişti. CHP’ye dönmekten daha sonuç alıcı olduğunu düşünüyordu.

O gün kendisine, yeni bir oluşumun şansının olmadığını, Türkiye tarihinde bunun pek örneğine rastlanmadığını söylemiştim. Önce “Peki Erdoğan nasıl başardı” diye itiraz etmiş, “Erdoğan’ın yeni bir parti kurmadığını, Refah ve Fazilet içindeki bir damarı yenilediğini” söylediğimde ikna olmuştu. Konuşmaya dava arkadaşı Hasan Aydın tanıktır.

O günden sonra CHP’ye odaklanmıştı. Elbette bunun nedeni benim demiyorum, sadece kafasında bir soru işareti oluşunca, kendisini tatmin edecek yanıtı bulana kadar çalışıyor. O günden sonra bu konuyu kim bilir kimlerle konuşmuştur. Belirtmem gerekir ki, bu görüşme sırasında CHP’nin başında Kılıçdaroğlu olmadığı gibi, ihtimali bile gündemde yoktu.

Gelelim asıl konuya.

Sarıgül, “İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olmak için CHP’ye geçti” türü analizleri zihninizden silip yerine şu analizi koymanızı öneririm: İstanbul Sarıgül’ün umurunda bile değil. O Türkiye’yi istiyor. İstanbul’a aday yapılsa da öyle, yapılmasa da öyle. CHP, Sarıgül için Nuh’un Gemisi gibidir ve şimdi de o gemidedir.

KENDİ SAVAŞINDA KAYBET, BAŞKASININKİNDE DEĞİL…

Hani Aziz Yıldırım, FB kongresinde az farkla kazanmış olsa anlarsınız ama fark devasa olunca anlamazsınız.

Neyi mi? Mehmet Ali Aydınlar’la aynı ekipte seçime giren ünlü iş adamlarının kararını.

Mesela Hamdi Akın. Ki kendisini severim. Esprili, her şeyle dalga geçebilen, kendisiyle barışık. Akıllı ve çok akıllı.

Bilmediğimiz bir gerekçesi yoksa, Hamdi Akın’ın böyle gri bir ortamda, hem de Aydınlar’ın ekibinde yer almayı kabul etmesine şaşırdım. Çevresinden biri Akın’a “Abi sen başkan olacak adamsın, ne işin var başkasının ekibinde?” demedi mi?

“Yanlış zaman” demedi mi? “Yanlış başkan adayıyla yola çıkıyorsun” da mı demedi?

Peki şimdi, yine yakın çevresinde kimse, kendisine kaba ve yanlış davranan Aziz Yıldırım’ı “3 günde özür dilemezse mahkemeye vereceğim” açıklamasının yanlış olduğunu, mahkemeye vermesinin de hepten yanlış olacağını söylemiyor mu?

Ya diğerlerine ne demeli? Mesela Sadettin Saran? İzlediği stratejiyle asla ve asla FB’ye başkan olamayacak. Başkanlığı hak etse de olamayacak. Çünkü gittiği yol yanlış ve neyse ki bunu kendisine söyledim. Ve bu yenilgi o yolda hiç iyi olmadı.

Ali Şen, Aydınlar’ı destekleyerek “Ali Şen başkan, FB şampiyon” efsanesini kendi eliyle yıkmış oldu.

Ülkemin hayli yaş ve deneyim almış kişileri “ağır abi” olarak oturmayı neden bilmez bilmiyorum. Havamız mı böyle yapıyor, suyumuz mu?

Ya Hakan Bilal Kutlualp? Fenerbahçe’den ayrılışında türlü haksızlıklara uğradığına yürekten inandığım arkadaşım. Ne işin vardı orda? “Tarafsız kalacağım” desen bu kadar yıpranır mıydın ki?

Bu adamların etrafında hiç mi “Eğil aşağıya mermi üzerinden geçip gitsin” diyen yok mu? Herkes ama herkes “Abi gelen mermiyi yakala kahraman olursun” eblehliğinde mi?

Benden okurlara naçizane öneri: Kaybedecekseniz kendi savaşınızda kaybedin, başkasınınkinde değil.

ALKIŞ

-Annesi tarafından evde ölüme terkedilen bebeğin cenazesinde “Bu bebeğin ölümünde her birimizin sorumluluğu var” diyerek, babasız çocuk doğuran bir kadına uygulanan toplum baskısını kafamıza vuran imama,

-Televizyonlar ve gazetelerin sporu, sadece 4 büyüklerden ibaret sayıp, diğerlerini yok saydığı bir ortamda inanılmaz bir çapraz ayak hareketiyle Eskişehir’e attığı ikinci golü için Gençlerbirliği oyuncusu Stancu’ya,

-Alkol muayenesinde test için geriye doğru 7’şer sayılması haberine “Valla ben sarhoşken daha iyi sayarım çünkü yanlış mı yapıyorum korkum ortadan kalkar” diyen sokaktaki adama

Alkışlar gitsin benden.

SORUYA SORU

Memleketi Kuşadası olanlar “nerelisin” sorusuna ne yanıt verirlerdi? Önceki yazıda sormuştum.

Serdar E. “Sadece Kuşadası derdim” demiş ve o da bir soru sormuş: “Peki nereye gidiyorsun diye sorulursa ne diyecekler? Kuşadası’na mı, Kuşadası’ya mı?”

Güzel soru.

AKLIMDA KALAN

Harika bir ses, kocaman bir adam, Hasan Doğru: O da kim demeyin. Müthiş biri. Çok şeker. Ben o ses, bu ses, şu ses Türkiye gibi yarışmaları izlemem, televizyonun içeriğini gazete ve internetten takip etmeye çalışırım. Hasan Doğru, Karaelmas Üniversitesi Opera bölümünden mezun genç bir adam. Yarışmaya katılmış. Diyor ki “Opera sınavlara girdim kazanamadım, kendi lokantamızda garsonluk yapıyorum.” Dinleyin, sesi, şarkı söylemesi harika. Duruşu kırılgan. Giysisi üzerinden düşecek sanki. Yüreği kocaman bir adam. Opera dünyasındaki kast sisteminin eşik bekçileri olan jüriler ona geçit vermemiş, yine de iyiysen iyilik gelir seni bulur kuralı Hasan için işlemiş. İhtimal, şov dünyasının tüketici ve soytarıca işleyişi bu çocuğu da yiyecektir.