Nuran YILDIZ

MESELE DERSANE DEĞİL ARKADAŞ…

----- 21.11.2013 - 00:01 -----

Sanatçının biri “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen halâ anlamadın mı?” demişti de hakkında açılmadık dava, edilmedik tehdit kalmamıştı.

Dolayısıyla yukardaki başlık şaibeli sayılabilir.

Farkındaysanız cemaat-iktidar-dershane tartışmasına hiç girmedim. Bilgisayar kuşağı diliyle “ignore” ettim gitti.

Oradaki mesele, dershane falan değildi. Öyle sanıp dershanelerin tarihçesinden girip topluma yararlarından çıkan kalem eşrafını dikkate alanlar için üzgünüm.

Meselenin dershane olmadığı fazlasıyla aşikârken Bülent Arınç “Dershane konusu iyi anlaşılmadı, üzerine çalışacağız” dedi.

Sonra Başbakan “Dershane konusunu iyi anlatamadık, bu konuda çalışacağız” dedi ve çıktı televizyona göstere göstere anlattı.

Anlatırken de “kara propaganda yapılıyor” dedi, “oynanan oyun var” dedi.

Demek ki neymiş? Mesele “biz bunu anlatamadık” değilmiş. Yani bir iletişim yönetimi sorunu değilmiş.

Öyleyse?

Öyleyse, istediğiniz kadar anlatın. Bir kesim var ki, bildiğini yazıp söylemeye devam edecek.

Bazen konu yönetimi, iletişim yönetiminden daha yaşamsaldır. Bu olup bitenler gibi.

HABER KAYNAĞIM ÖNEMLİ KİŞİ

Önemli bir televizyon kanalının yöneticisi aradı. “Sadık Yakut’un sözlerini duydun mu?” dedi.

“Evet” dedim, “Kızlarla erkekler birlikte eğitim görmesinmiş falan. Bildik bir tavır, neden sordun?”

“Sadık Yakut nere milletvekili? Kayseri. Ve cumhurbaşkanına yakın biri” dedi.

“Ne var bunda?” dedim. “Şu var” dedi, “Sadık Yakut Kayseri’ye Belediye Başkanı adayı olmak istiyor. Mevcut Başkanı da Meclise göndermek istiyorlar. Cumhurbaşkanı hem Meclis’te hem de Kayseri’de güçlenecek o zaman.”

Ben ısrarla tekrar sordum, “Ne var bunda?” Benimki, konuyla ilgilenmiyorum tavrıydı, o devam etti: “Sadık Yakut adaylığı koparmak için Başbakana şirinlik yapıyor.”

“Bana neden anlatıyorsun, televizyonunda haber yapsana” diyorum yapamayacağını bile bile. Diyor ki “Ben bu haberi yapamayacağım için sen yaz hiç değilse diye anlatıyorum” dedi.

YEŞİL FASULYENİN TADI…

Hiçbir anma gecikmiş değildir aslında. Ama medya odaklı yaşayan insanımıza öyle gelebilir “Adam öleli kaç gün oldu şimdi mi yazıyorsun?” diyebilirler.

Savaş Ay…

Benim için iki sözcüktür: Gazeteci ve fasulye.

İyi gazeteciydi. Öyle böyle değil. Bu konuda herkes yazdı zaten.

Yıllar önceydi. Savaş Ay’ın Savaş Ay olduğu günlerdi.

Bodrum-Torba’yı bilenler, tam köyün girişinde soldaki marketi bilirler. O marketin kapısındaki gazete köşesini de bilirler.

Orada durmuş, gazeteleri gözden geçiriyorum. Acelem yok. Arkadaşımı bekliyorum ve gelmesine de epeyce zaman var. Ağırdan ağırdan göz gezdiriyorum.

Arkamda birinin durduğunu hissediyorum. “Çekilir misiniz” falan demiyor, “acele edin” de demiyor.

Ben gayri ihtiyari yana çekilirken o ses “Lütfen rahatsız olmayın” diyor. O ses o kadar tanıdık ki, neredeyse her gün televizyonlardan duyduğum Savaş Ay’ın sesi.

Gülümseyerek dönüp “Merhaba” diyorum, o beni tanımıyor ama herkes onu tanıyor. Gülümsüyor, “siz alın gazetenizi ben beklerim” diyor. Ayaküstü konuşuyoruz, ortak dostlarımızdan söz ediyoruz.
“Arkadaşınızın gelmesine daha çok varsa hadi benim eve gidelim” diyor.

Bir an duruyorum. Medya dünyası çapkının harman olduğu yer. Nasıl yani, Savaş Ay bana mı asılıyor falan aklımdan hızla geçerken o gülüyor. “Evde oğlum ve sevgilisi var, hadi gelin” diyor. Gidiyoruz.
Onun meşhur tepede farları olan pick-up’ına biniyoruz.

Evi masal gibi. Torba’nın sahile açılan küçük sokaklarından birinde. Ağaçlar içinde.

Bahçedeki masaya oturuyorum. Oğlu Ulaş ve sevgilisi geliyor. Sohbet ediyoruz.

Savaş Ay kalkıyor, arkamdaki çimlerin üzerinde duran bir tencereyi alıp bana uzatıyor, “fasulye yer misiniz” diyor.

Şaşırıyorum. “Uyku tutmadı da sabah çok erken kalktım ve yeşil fasulye pişirdim” diyor.

“Nasıl yani? Siz mi pişirdiniz?”

“Evet” diyor, “ben güzel yeşil fasulye yaparım, çocuklar uyanmadan yapıp, çimlerin üzerine koydum. Orası serin ya soğutuyor” dedi.

O an, aklımda hep durdu.

Şöhretin parlak ışıklarının arkasında her zaman bir insan vardır. Bu gerçeği Savaş Ay’dan öğrendim. Çok önemli bir hayat bilgisiydi bu.
O gün güzel bir gündü.

Yattığın yerde huzurla uyu Savaş Ay. Sen huzuru hak ediyorsun. Ve o fasulyenin tadı hep damağımda…

KAÇ UNUTULMAZ AKŞAMINIZ VAR?

Zeki Müren söylüyordu. Durdum ve dinledim. O güzelim şarkıyı o kadar güzel söylüyordu ki gözlerimi kapadım.

Aşk gibi, sevda gibi
Huysuz ve tatlı kadın…

Geçmiş akşamların birine, çok keyifli bir yemeğe gittim. O yemeğin de fon müziği bu şarkıydı.

Sonra. Bir insan yaşamına kaç çok keyifli ve unutulmaz akşam girer? Düşündüm.

Eğer çok azsa fakirliğimiz ağlanasıdır. Çok fazla olması da olanaksızdır.

Bir düşünün bu hafta sonu. Kişisel bir envanter çıkarın. Geride bıraktığınız yıllara kaç unutulmaz akşam sığdırmışsınız, bir geçirin zihninizin içinden. O geçiş yüzünüze nasıl güzel bir gülümseme yayacaktır, görün.

AKLIMDA KALAN

Sedat Ergin’den düşündürücü hareket: Dışişleri Bakanı Davutoğlu öyle bir laf etti ki, yer yerinden oynasa yerinden kıpırdamaz adamı bile zıvanadan çıkardı. Sedat Ergin bilge, nesnel, saptayıcı, Meydan Larousse (eski kuşağın Google’ı) tarzı ağır abi pozisyonunu terk etti. Davutoğlu “Gezi protestolarıyla onur duyuyorum” dedi ya, Hükümetin aynı konuda içerde vuran, dışarda onur duyan tavrı onu bile çileden çıkardı ve muhalif bir söylemle yazı kaleme aldı. Dün yalakalık yapıp, bugün eleştiren onca kişilik sorunlu köşe yazarları yok hükmündedir ama Sedat Ergin bile muhalif dil kullanmışsa, derhal olay yeri bandıyla çembere alınması ve üzerinde hassasiyetle durulması, epeyce kafa yorulması gerekir. Başbakanın danışmanlarına duyurulur.