Nuran YILDIZ

SİYASETTE OKURYAZAR KİMDİR? RAKAM OKUYAN MIDIR, RUH OKUYAN MI?

----- 25.11.2013 - 00:01 -----

TBMM Başkanı Cemil Çiçek nihayet açıkladı. İte kaka yürüttükleri süreçten umudunu kestiğini söyledi. Yeni anayasa için elinden geleni yapmışlar ama olmamış!

Önce bir anı.

12 Haziran 2011 seçimlerinin akşamı. TRT’de seçimi yorumlayanlar arasındayım.

O günlerde bir kısım medya tarafından “asker danışmanı” diye adım çıkarılmış ve üstelik bu da küfür niyetine kullanılır olmuştu.

Öyle abuk günler. TRT’den gelecek bir telefonla, yorumcu olarak yapılan davetin her an geri çekileceğini düşünüyor, mazeret belirtilip “sizi yayına alamayız” demelerini bekliyorum.

Acaba diyordum, onlar iptal etmeden ben arayıp yayına katılamayacağımı mı söylesem?

Sonra. Orası devletin televizyonu. Ben de devletin öğretim üyesiyim. Onlar gelmeyin demediği sürece, gidip yorumumu yaparım.

TRT davetini geri çekmedi. Nedenini bilmiyorum. O günkü tavrı nedeniyle TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’e teşekkür etmiştim.

Stüdyoda o günlerin altın çocukları var: Ergun Babahan, Ekrem Dumanlı, Oral Çalışlar. Moderatör olarak Ahmet Böken ve ben. Diğer üçünün neden orada olduğu belli de benim değil. “Bir de kadın olsun” diye mi, yoksa “muhalif biri de olsun” diye midir bilmiyorum ama ordayım.

Seçim bitiyor. Sandıklar açılıyor. İlk sandık sonuçlarından yorumlar yapılıyor. O günlerde herkesin ağzının içine baktığı Babahan, Çalışlar ve Dumanlı ne cümleler kuruyorlar şaşar kalırsınız.

Methiyeler düzüyorlar, bu sonuçlarla Türkiye’nin uçacağını, demokrasinin altın çağına girileceğini vs. söylüyorlar, bir keyif çıkarma ki sormayın.

O sırada kafamdan geçen cümleleri söyleyip söylememek konusunda endişelerim var. Herkesin ağzına baktığı, bunun sonucu olarak tonla paralar kazanan bu adamlara “saçmalıyorsunuz” demekle, “harika düşünüyorsunuz, kimse bu kadar güzel yorumlayamaz” demek arasında kalış bu.

İkinci cümleyi kursam, hayat fırsatlar denizine dönüşecek. Üzerime attıkları kırmızı çarpı işareti kalkacak. Gelsin köşeler, gitsin tv programları, aksın paralar olacak.

Ama babadan kalma “fırsat değerlendirme, doğru bildiğini yap” düşüncesi kazanıyor ve “saçmalıyorsunuz” demek yerine, daha usturuplu bir ifadeyle “Bu sonuçlardan benim anladığım şudur” diyorum, “cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl olduğu kesinleşmiştir ve bu Meclis yeni bir anayasa falan yapamaz. Olsa olsa birkaç madde değiştirilir.”

O parlak isimli adamlar bana öyle bir ifadeyle bakıyorlar ki, siyasetin alimi onlar, dünkü çocuğu benmişim gibi!

O gecenin üzerinden zaman geçiyor. Önce cumhurbaşkanı görev süresiyle ilgili söylediklerim gerçek oluyor.

Şimdi de Meclis’in yeni bir anayasa yapamayacağı öngörüm bizzat Meclis başkanı tarafından açıklanıyor.

Ben siyasi bir müneccim miyim? Kimileri öyle diyor. Değilim. Sadece siyasette rakamları okumanın anlamsız olduğunu bilirim. Siyasetin ruhunu okursanız, ne yanılırsınız ne de hayalkırıklığına uğrarsınız!

Okura not: Tamam “ben demiştim” demek sinir bozucu da, cahilliklerinin farkında olmayanlara da yeri gelince anımsatmak lazım değil mi?

KILIÇDAROĞLU’NUN DANIŞMANLARI NEREDE?

Basit bilgidir, siyasette iki artı iki dört etmez. Bazen sıfır, bazen yüz eder, dört ettiği pek nadirdir.

Kılıçdaroğlu’nun aklı başında danışmanlarından biri kendisine bu gerçeği hatırlatsa olmaz mı?

CHP’nin Kürt politikasının, bölge politikasına kurban edildiğinin farkında değiller mi?

Bölgeden oy getireceğini düşündükleri her hareket, cepteki oyu götürdüğü gibi, bölgeden oy falan da getirmez.

Danışmanlar uyuyor mu? Ya da genel başkan yardımcıları neden uyumuyor? Onlar uyusalar daha iyi olmayacak mı?

AKLIMDA KALAN

“İhtiyaç” meselesi: Derste tartışıyoruz. İki öğrencim iki farklı durum anlatıyor. İki durum da aynı yerde buluşuyor: Bizden başkaları da var! Tartışmamız “dünyanın merkezi biz miyiz, bir başkası mı” üzerine sürüyor. Öğrencilerden biri, insanların dolmuşta yanına binen hasta ve yoksul bir adama yaklaşımını içi burkularak anlatıyor. Adam dolmuştan inince arkasından baktığını ve bir ayağında terlik olduğunu diğerinde olmadığını fark ettiğini söylüyor. Diğer öğrencim eve gitmek için bindiği metroda, kendi yaşadıklarına içten içe isyan ederken karşısında oturan orta yaşlarda birinin tüm dikkatiyle sınav sorusu çözdüğünden söz ediyor, “bunu fark edince kendi aklımdan geçenlere kızdım, demek ki hayata asılmak lazım” diyor. Sonra hepimiz bir soruda buluşuyoruz: Hangi insan daha anlamlıdır? Başkalarına ihtiyaç duyan mı, kendisine ihtiyaç duyulan mı?