Nuran YILDIZ

BAŞBAKAN ERDOĞAN İÇİN KISSADAN HİSSELER

----- 23.12.2013 - 00:01 -----

Geçen hafta. “Birileri ilke hatırlatması yapmalı” demiştim. Kimse yapmadı. Ortalık yangın yeri.

Madem öyle, bu yaşanan kıssadan Başbakana düşen hisseleri yazayım;

Bir, her kim ki “bana haksızlık yapılıyor” diye bağırıyorsa, “Nasılsa bizden değil” diye sırt çevirmek olmaz.

İki, başkasının başına geliyormuş gibi görünen şeyler, senin etrafındaki çemberi daraltma hareketi olabilir.

Üç, tam da üçe (cemaat-hükümet-muhalefet) bölünmüş medyanın köşe yazarı ve yorumcularını, sadece bu yüzden dikkate almamak gerekir.

Dört, medyanın gücünü abartmamak lazım, medya içeriği rüzgârın yönüne göre değişir.

Beş, dünyevi sorunlara/konulara ilahi yaklaşımlarda bulunmak nafiledir.

Altı, krizi temizlenmek için fırsat bilirsen, düşmanlık etti sandığın aslında iyilik etmiştir.

Yedi, kaset kimden gelirse gelsin elin tersiyle itilmelidir.

Sekiz, dostu, düşmanı, çıkarcıyı, yalakayı ayırt edebilmek için gri havalar müthiş fırsattır.

Dokuz, eğer birileri önüne geleni devirirken seyrediyorsan, unutma ki sana gelince etrafından dolaşmaz, üzerinden geçer.

On, her kriz bir özeleştiri fırsatı sunar. Geçmişte haksızlık yaptıklarından özür diler, kendi hatalarını kabul edersen güçlenirsin, var say ki güçlenmedin, zarar da etmezsin.

Onbir, bir gazeteci “şunu yap” diyorsa, bil ki doğru orada değildir.

Oniki, etrafına gazetecilerden bir duvar örme, kendileri görmeyen sana neyi gösterebilir?

Onüç, yolsuzluk bombası patladığı gün dört gencecik asker helikopter kazasında ölüyor da, kaza yerine keşife gidemiyor, cenazeye katılamıyorsan, seni bu noktaya getiren kararlarını sorgula.

Ondört, yakın ekibini başka görevlere yönlendirerek onların sana odaklanmasının önüne geçme. Dostluğun onlar için yeterli ödül olmalı, başka mevkii gerekmez.

Onbeş, dün “iyi” dediğine bugün “kötü” deme, ya da tam tersini söyleme. İyiyi ve kötüyü ağzından çıkarırken cimri ol, ki gün gelip ayağına dolanmasın.

MANSUR YAVAŞ

Tam da Melih Gökçek’ten ses çıkmazken. Gökçek “hangi taraf kazanacak, bana ne olacak” sorularına gömülmüşken.

CHP Ankara’dan Mansur Yavaş’ı aday gösterdi.

Yavaş’ı tanırım, vizyonu olduğunu, iddiası olduğunu bilirim. Mütevazı oluşunu severim.

Herkes “Bu kez CHP kazanır mı?” diye soruyor. Ben olaya “Mansur Yavaş kazanır mı?” diye bakıyorum.

Çünkü. CHP için Ankara zaten kazanmaya inandığı bir kent değil. Gözden çıkarılmış bir kent. Ankara’yı kaybederse CHP sarsılmaz.

Mansur Yavaş’ın durumu öyle değil. Gemileri yakıp gelmiş bir adam. Kazanmak zorunda.

BİRİ BANA ANLATSIN

Herkesin dinlendiği bir memlekette.

Uydulardan ablukaya alınmış bir dünyada.

Özel yaşamlara ait görüntülerin fink attığı medyada.

MOBESE’ye takılmadan yürüme özgürlüğümüzün olmadığı şehirlerde.

Herkesin herkesi gammazlamaya teşvik edildiği bir toplumda.

İçişleri bakanının oğlu evinden alınıyormuş da, bakanlar ablukaya alınıyormuş da kimsenin ruhu falan duymuyormuş.

Biri bana buradaki kayıp halkayı anlatabilir mi acaba?

ONLAR GİBİ KÖTÜ OLMAK ZORUNDA DEĞİLSİN!

Madem karı-koca konuyla ilgili açıklama yaptı, ben de yazayım.

Önemli bir siyasetçiyle konuşuyoruz. “Rasim Ozan Kütahyalı’nın kaseti internete düşmüş, haberin var mı?” diyor.

Bunca yıl özel yaşamın korunması, devlet garantisine alınması konusunda yazılar yazmış ben, yüzümde bir gevşeme hissediyorum. “Nihayet” diyorum, “nihayet başkalarına yaptıkları kötülük gelip onları bulmuş!”

Nasıl olmuş ki merakıyla Internet’e adamın adını yazıyordum ki içimdeki ses “boş ver” diyor, “bu günler karakterin sınandığı günlerdir. Sen onlar gibi kötü olmak zorunda değilsin!”

Bel altından vurmayı alışkanlık edinenlerin düzeyine inmekten vazgeçip, yazdığım ismi video arama motorundan siliyorum.

AKLIMDA KALAN

Meleklerin kanadı: İnandığımız ne kadar güzel şey varsa, tek tek alıyorlar elimizden. Geriye renksiz, çirkin, kaba bir dünya kalıyor. Vatikan bir açıklama yapmış ve demiş ki “Meleklerin kanadı yoktur!” Noel arifesi hiç söylenecek şey mi bu? Sanki yapılacak başka açıklama kalmamış gibi. Allah’tan Vatikan Türkiye’nin umuru değil, yoksa çoktan ekranlarımızı dolduran aydınımsılardan “meleklerin kanadı var mıydı, yok muydu” geyiğine boğulur, ülke gündemini unutmuş olurduk. Tam yeni yıl öncesi, kendi küçük, kişisel dünyamda, Noel Baba geyiklerin çektiği arabasına binmiş giderken, en tontonlarından birinin arabasına binip kendimi gökyüzüne doğru bir yolculuk hayaline hazırlamışken (hatta fotoğrafını bile çektirmişim!)… Şimdi, işin yoksa “madem uçamıyor melekler, omuzlarımıza nasıl çıkacaklar?” ya da “yürüyen melekler uçan melekler kadar sevimli olabilir mi?” ya da “ya benim geyikler de gökyüzüne doğru yürüyemiyorsa, ne olacak şimdi?” gibi yılın son haftasına yakışır ciddilikte sorularla boğuş dur.