Nuran YILDIZ

O BENİM AYAĞIMA GELECEK!

----- 26.12.2013 - 00:01 -----

Çok değerli okurlarımdan biri beni uyardı. Aynen şöyle yazmış: “Hep bu aynı kişi(ler) hakkında yazmaktan bıkmadınız mı?”

Soruyu soran Bilkent’te önemli bir akademisyen! Yani bin düşünüp bir konuşan insan familyasının bir üyesi. Zaman zaman öyle mail’ler alıyorum ki “Bendeki kadere bak, okurun ileri zekâlısı da beni buluyor” diye sızlanıyorum.

Şimdi şu gündeme bakıp da aynı kişi(ler) üzerine yazmayıp da ne yaparsınız!! Yazmayacağım, okur sözü dinleyeceğim.

Okurlarımın her uyarısını dikkate alırım. Yapabileceklerimi yaparım, yapamıyorsam yapabilemiyorumdur. Yukarıdaki uyarıyı da dikkate aldım. Kastettiği kişi(ler) belli ki Başbakan Erdoğan. Peki ondan söz etmeyince geriye kim(ler) kalıyor? Sütçüyle yoğurtçu diyeceğim, onlar da artık yok.

Kimi yazayım, kimi yazayım diye bin dereden su getirirken, onunla göz göze geliverdim! Agresif, kızgın bakışları gitmiş, sözcüğün tam anlamıyla melül melül bakıyor. Başı çaresizce yana yatmış.

İfadesiyle tezat kocaman bir cümle kafasının yan tarafında altı satır halinde duruyor: “Ben onun ayağına gitmem! O benim ayağıma gelsin!”

Evet, bildiniz Fatih Terim’den söz ediyorum. Bir de ötekisi var, Gülben Ergen. Terim’e son derece uygun bu cümle Ergen’de iğreti duruyor. Hükmedici tarz imparatora uyuyor da, bıcırık kadın imajı takılana uymuyor.

Cümledeki “küçük dağları ben yarattım” ifadesiyle, Terim’in yüzündeki “ben de bir Allah kuluyum” ifadesi çelişmiş. Zaten vasat işlerin ilgi gördüğü günlerde değil miyiz?

Gelelim, kimin kimin ayağına gitmesi meselesine. İtici cümleler sıralaması yapılsa ilk üçü zorlar bu cümle.

Ezbere bildiğim bir hayat bilgisi var: Ağızdan çıkan her iddialı cümleyi bize yalatacak kadar bizimle inatlaşır hayat. Öyle bir tarzı var. Ağzınızdan çıkan her büyük lafı sizi geri döndürüp sözcük sözcük toplatır.

Büyük laf etmeden çok düşünmek lazımdır. Cenap Şehabettin’in en sevdiğim sözlerinden biridir “Çıktığınız kapıları hızla çarpmayın, bir gün geri dönmek isteyebilirsiniz!” Uzak diyarlardaki filozofları sülalelerine kadar biliriz de Şehabettin’in adını bile duymayanımız çoktur.

Keşke büyüklüğü ayağımıza getirmekte değil de, ayağına gitmekte bulduğumuz bir ortamda yaşasaydık…

CEM YILMAZ BOŞANIYORMUŞ!

Doğrusu üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Adam nikahı kıydığı gün, esprileri bedenini terk edip gitti. Ruhu soldu. Yaşam enerjisi bitti.
Taaa nikah kıydığı günlerde yazmıştım: bu adamın ailesiyle inatlaşması olmasa bu kadına asla nikah kıymaz.

Kıssadan hisse: Çocukların istemediğimiz kişilerle evlenmesinde en büyük hata ana babanın “evlenirsen ölümü gör” yaklaşımıdır. Bu damara basmaktır.

Kıssadan soru: Bir adamı elde etmek için İzmirli kızlardan ders almak gerekir. Bir adamla evlenebilmek için de İzmirli kızlar ders verebilir. De… Peki bir evliliği sürdürmek için memleketin hangi köşesinden ders almak gerekir?

BATAKLIĞA GÖNÜLLÜ OLMAK!

Evdeyim. Televizyonum kapalı. Telefonuma bir mesaj düşüyor: “Sence Ebru Gündeş jüri olarak televizyona çıkmalı mı?”

Ülke gündemine odaklanmış birine, gündemin kıyı bandından bir soru bu. Yanıt verdim: “Türkiye’de kocası mahpusa düşen kadına hüzünlü ve sabırlı bir inziva düşer. Ben olsam yayına çıkarmazdım.”

Arkadaşımın yanıtı kısa: “Ben de.”

Televizyonu açtığımda ne göreyim, Ebru Gündeş jüri koltuğunda! Ey rating sen nelere kadirsin! Kadın bulunduğu zor durumu acıklı bir kıvamda dile döküyor.

İnsanlar kendi dahli olmadan zorda kalan insanlar için üzülürler. Acıklı durumlarıyla empati kurarlar. Ama… Kişinin bundan yarar sağlamaya çalıştığını hissederlerse iyi duyguları tam ters uca gider.

İnsanlar kendilerini bataklığa atmakta neden bu kadar gönüllü oluyorlar?

AKLIMDA KALAN

Soğuktan donmuş bir bebek: Daha 40 günlük. Ağzı süt kokuyor olmalı. Bir de kardeşi var, 2,5 yaşında. Babaları askerde. Anneleriyle camları olmayan yoksul bir evde yaşıyorlar. Bebeklerden 40 günlük olan artık yaşamıyor. Soğuktan donmuş. Evi ısıtacak odun bulamadıkları için. Annenin bedeni ısıtmaya yetmediği için. K.K.T.C.’de, konferansım vardı hafta sonu. Dünyada olup bitenlere dair çizdiğim tablo fazla karamsar gelmişti bazı katılımcılar için. İçlerinden biri sormuştu, “Günümüzü çok karamsar tanımladınız. Oysa geçmişle kıyaslayınca bugün daha iyi günlerdeyiz bence. Mesela benim çocukluğumda annemle komşuya gidip oturmaktan başka bir şey yapmazdık. Şimdi benim çocuklarımın birçok meşgalesi var. Televizyon, internet vs. Öyle değil mi?” Ne diyeceğimi bilememiştim ve “Söylediklerinize saatlerce yanıt verebilirim ama kimsenin buna vakti yok” demiştim. 40 günlük bebeğin yanıbaşımızda soğuktan donması kocaman bir yanıt olarak duruyor şimdi. Eğer kendi dünyalarımızdan başımızı kaldırıp, komşumuzun varlığını fark edebilseydik onun üşüdüğünü de fark edebilirdik. Evimizi açmasak bile (çoğumuz açardı eminim) kapısına yakacak odun, yiyecek yemek koyabilirdik… Ve böyle bir ülkede sosyal demokratlar iktidara gelmek için rakiplerinin zora düşmesine mahkumlarsa, gerisini siz düşünün artık.