Nuran YILDIZ

UYANMIŞ BİR ERDOĞAN

----- 16.01.2014 - 00:01 -----

Ayşe Arman’ın Soner Yalçın’la yaptığı söyleşiyi okuyorum. Sevgili Soner Yalçın’ın yaşadığı onca kötü olaya, haksız yere tutuklu kaldığı onca yıla rağmen aynı kararlılıkta, aynı iradede ve halâ aynı umudu taşıyor olması beni şaşırtıyor.

Şaşırtıyor ama düşüncelerine ve daha güzel bir geleceğe inancını sürdürmesine seviniyorum. İmreniyorum. Gülümsüyorum.

Soner Yalçın. Dostluğuyla hayatıma dokunması nedeniyle zenginleştiğime inandığım adamdır. Saygı duyduğum araştırmacıdır.

Söyleşide ağzından çıkan her cümle çok önemliydi. Ama bir cümle vardı ki, kayıtsız kalmak olanaksızdı. Başbakan Erdoğan’la ilgili bir saptamaydı. Diyordu ki Soner “ (Başbakan) Tüm bu olup bitene, seyirci kalmış ve kandırılmıştır. Umarım bunun farkındadır. Böcek yakaladığında, belki uyanmıştır. Umarım uyanmıştır...

Düşünün. Eza, azap çektirilen, haksızca ve hukuksuzca özgürlüğüne el konan, biricik oğluna gözyaşı döktürülen bir adam, Hükümetin Başbakanı için umut besliyor halâ.

“Bize cehennemler yaşattı, o da cehenneme gitsin” demiyor. “Bir dakika bile koltuğunda oturmamalı” demiyor. “Derhal istifa etsin”, “Beter olsun” hiç demiyor.

Onun Başbakanla ilgili “umarım uyanmıştır” sözü, aslında kimsenin söyleyemediği bir düşünceyi açığa vuruyor.

Tuhaf değil mi? Başbakan Erdoğan döneminde tutuklanan, haksızlıkları doğrudan yaşayıp, özgürlüklerini fatura olarak ödettirilen adamlar Başbakanın elini rahatlatacak açıklamalar yapıyorlar.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Başbakandan umut ediyor. Hanefi Avcı bildiklerini Başbakanın medyasına anlatıyor.

Neden? Neden bu adamlar, yaşadıkları tüm olaylardan, uğradıkları tüm haksızlıklardan sorumlu tutmaları gereken Başbakan Erdoğan’a karşı bu kadar hoşgörülü olabiliyorlar?

Benim yanıtım, Soner Yalçın’ın yanıtında gizli. Çünkü önemli bir çoğunluk, “uyanmış bir Erdoğan”ı, “özeleştiri yapmış bir başbakanı” mevcut tüm muhalif kişilere tercih ediyor.

BAZEN KAPIDAN DÖNMEK ONURDUR

Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök konuşmuş. Hayret ki, “kasaptaki ete soğan doğranmaz” türü sözlere başvurmamış.

Ergenekon davaları sırasında tutuklananlar “Hilmi Özkök gelsin tanıklık etsin” derken, hiç sesi çıkmayan, görünmez adam olan Özkök bu kez “Başbuğ yeniden yargılanırsa tanık olurum” demiş.

Geçmişte mahkemeye gitmemesini ise, Işık Koşaner gibi onurlu bir adamı örnek göstererek vermiş: “İyi ki gitmemişim. Bir genelkurmay başkanının mahkeme kapısından dönmesi hoş değil.”

Kendisine bir çift lafım var: Sayın Özkök yanlış biliyorsunuz. Bazen kapıdan döndürülmek, kapıdan geri çevrilmek bile onurdur.

ÖZEL BİR ADAM VE ÖZEL BİR AKŞAM

Muhteşem bir adamın davetini kabul ettim. Ortaköy’de kahve içeceğiz. Sohbet güzel giderse arkasından yemek yiyeceğiz.

Önce kitabımdan çeldi aklımı. Entelektüel bir kadının kalbine giden yolu biliyor. E-posta kutuma düşen mektubunda “Kitabınızla ilgili bir hikayem var” diyordu ve anlatıyordu.

Kahve içeceğiz ve sohbet edeceğiz ya, dün gönderdiği notta “Eğer isterseniz nerede olursanız olun sizi şoförümle aldırabilirim” demiş. Önemli bir jest İstanbul için.

Nasıl zarif. Nasıl sözcüklerle oynuyor. Size kendinizi nasıl iyi hissettireceğini biliyor. O sizi davet etmeden, “davet etse de sohbet etsek” dedirtiyor. Türü tükenmiş erkeklerden. Ahmet Bey.

Perşembe akşam. Ortaköy’de. Denizin dibinde. Kendimi çok keyifli hissedeceğim. Biliyorum.

KAFAMA TAKILAN SORU

Gündemin ana konusu. Ana kurumu HSYK. Her akşam HSKY ile yatıyoruz, her sabah HSYK ile kalkıyoruz.

Anlamadığım, HSYK’nın toplantı salonundaki duvarda yer alan oy sayacında neden “yes”, “no” ve “abstein” sözcükleri yazıyor? Yoksa HSYK Türkiye’de toplanmıyor mu?

BASINA KAPALI BASIN TOPLANTISI

Şimdi de böyle bir moda var. Liderler basın mensuplarıyla toplantı yapıyorlar, toplantıya gazeteci almıyorlar!

İki hafta önce Başbakan yapmıştı. Dolmabahçe’de basın mensuplarıyla bir araya gelmiş, gazeteciler kapıda beklemişti!

Dün de Kılıçdaroğlu aynı şeyi yapmış. İstanbul’da basın mensuplarıyla kahvaltı yaptı, gazetecileri almadılar!

Durum size de tuhaf gelmiyor mu?

Liderlerin “basın mensubu” tanımı genel yayın yönetmenleri, köşe yazarları. Muhattap kabul ettikleri. Kendi seçtikleri. Önemli zatlar.

“Gazeteci” ise kapıda bekleyen, muhattap kabul edilmeyen, bir tür ayak işlerini yapanlar oluyor. Sadece “geldiler, gittiler, yediler, içtiler” türü haber yapanlar. Kapıdan çıkan, ağız kenarlarında reçel bulaşığı duran önemi kendinden menkul kişilere mikrofon tutmak.

“Biz burada beklerken ne tıkındınız içerde?” sorusunu sormak isterken, “Neler konuştuğunuzu öğrenebilir miyiz?” cümlesini kurmak zorunda kalan medyanın alt sınıfı.

Liderlerin bu ayrımı yapması ne ayıp. Ne ayıp.

AJDA’NIN YAZILARI

Tamam, herkesin her şeyi yaptığı, kendini bilme, haddini bilme durumlarını umursamadığı günlerdeyiz.

Şarkıcının yazar, mankenin oyuncu, köşe yazarının şarkıcı olduğu saçma sapan günler. Olabilir. Ajda da Hürriyet’te köşe yazabilir.

Hürriyet’in son dönem yaptığı yanlışlardan biri dönemi kapanmış, espri konusu yapılmış birine köşe vermekti.

Geçen gün, medyanın içini hayli iyi bilen bir arkadaşıma “Bugün Ajda Pekkan beni şaşırttı, köşesindeki yazı ondan çıkacak bir yazı değildi, acaba ona akıl veren birisi mi var?”

Arkadaşım güldü. “Nasıl yani” dedi, “Sen halâ Ajda’nın köşesini Ajda’nın yazdığını mı sanıyorsun?” Yüzümdeki şaşkınlığı fark edip yazıları kimin yazdığını söyledi. Hürriyet’ten önemli birinin ismini verdi! İnanmadım, inanamadım.

AKLIMDA KALAN

Her barışma güzeldir düşüncesi: Herkesin ayrıldığı. Herkesin savrulduğu. Bir daha arkalarına bile bakmadığı. Konferanslarımda “Geçmişte hayatınıza girenleri, gelecekte de hayatınızda tutmanız gerek” dediğim günlerde. Magazin sayfasında bir fotoğraf dikkatimi çekiyor. Genç bir adam, sevdiği kadını kendisine çekmiş öpüyor. Fotoğraf altında “Barış öpücüğü” yazıyor. Daha önce birlikte olduklarını da, altı ay önce ayrıldıklarını da, şimdi barışmış olduklarını da bu haberden öğreniyorum. Hoşuma gidiyor. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, sana iyi gelenin geçmişte olduğunu bilmek, nasıl ve ne yolla olursa olsun geri dönmeyi bilmek. Bıraktığın yerden başlamak ama daha bilerek başlamak. Daha büyümüş, daha farkında olarak yeniden başlamak. Hem de sadece aşkta değil, dostlukta, arkadaşlıkta bunu yapabilmek. Bence hayatı da, insanı da güzel yapan bu.