Nuran YILDIZ

İLAHİ KOMEDYA

----- 13.02.2014 - 00:01 -----

Dante yazdığında yedi yüzyıl önceydi!

CHP bugün sahneliyor.

Adında komedya olması güldürücü anlamına gelmiyor, tam tersine güldürücü sözcükle kılıflanmış trajik bir durum.

Zaten kavga dövüş geçen aday belirleme sürecinin sonunda ne parti yönetimi mutlu, ne partili.

Mutlu olan bir tek Sarıgül. Ona da Hürriyet manşet atmış, “Sarıgül istediğini aldı” diye. İçimden henüz değil dedim, henüz değil.

CHP’nin en önemli muhalefet argümanı neydi? İktidar partisi tek adam partisidir. Diktatörlüktür. Erdoğan da diktatörün ta kendisidir.

Peki CHP’nin geldiği nokta nedir, Parti makamları babadan oğula geçiyor! Akrabalık bağı.

Kan bağına dayalı iktidar (koltuk) devri, ilkel toplumlara özgüdür ve siyasal örgütlenmeyle ilgisi yoktur.

Kan bağı örgütlenmesi CHP’yi yüzlerce yıl geriye götürür.

Bunları neden mi yazdım?

Şu resme bir bakın:
Çankaya belediye başkan adayı daha önceki başkanın oğlu.

Beyoğlu belediye başkan adayı, yeni büyükşehir adayının eski karısı.

Şişli adayı, ismet İnönü’nün torunu.

Buca adayı eski başkanın oğlu.

Bunlar sadece benim görebildiklerim. Sizde neler vardır kimbilir...

HERKES NEDEN OBAMA KONUŞSUN İSTİYOR?

Geçen günlerde New York Times öneride bulunmuştu: Türkiye ile ilgili süreçte Obama’nın konuşması gerek demişlerdi.

Şimdi de Freedom House başkanı, “Obama konuşmalı” demiş. Kafalarındaki ise, Obama konuşacak, Erdoğan zılgıtı yiyecek.

Bu ülkeden de, sağcısından solcusundan biri de çıkıp göstermelik de olsa “Bizim iç işimiz Obama’yı karıştırmayın” demiyor.

En özgürlükçüsü de, en bağımsızlık yanlısı da tepki koymadığı gibi Hürriyet’i de, Sözcü’sü de manşet yapıyor.

Obama konuşmuyor. Nedenini söyleyeyim:
Bir, Erdoğan’ın yıprandığını düşünmüyor. Bunu geçen gün Milliyet yazmıştı.

İki, kendi özel yaşamı yangın yerine dönmüşken dünya umurunda bile değildir.

FATİH ALTAYLI, ÖZÜNDE İYİ BİR KÖTÜ ADAMDIR…

Fatih Altaylı’nın morali bozuk. Keyfi kaçık. Telefon konuşmalarının ortaya serilen herkesin hissedeceği şeyleri hissediyor.

Ne kadar gazeteci gibi dursa da o da insan sonuçta.

Keyfi kaçık ama bu durum yeni değil.

Birkaç ay önceydi. Havaalanında karşılaşmıştık. İkimiz de birbirimizi gördüğümüzü belli edip etmeme tereddütü geçirdik.

Kolay değil, haftada beş gün beşinci sayfada yazmam için baskı yapıp, “en iyi yazarlarımızdan birisiniz” dedikten sonra hiç gerekçe göstermeksizin işime son veren adamdı. Bunu kendisi bile söyleyememiş, Doğan Satmış’a söyletmişti. Doğan o konumda kaldığına halâ üzülür.

Tereddüt geçti, birbirimizi yanaklarımızdan öperken “Nasılsınız hocam?” dedi. “İyi görünüyorsunuz” dedim.

“Dışım öyle görünüyor hocam” dedi. Bu söz yeterliydi anlayana.

Onun için hep hocaydım, halâ da öyle. O da benim için hep Fatih Beydi. Hep sizli bizli olduk, senli benli değil. O sınırı ve mesafeyi hiç geçmedik.

Şimdi ona parmak sallayan medya veletleri gibi el-ense olmadık.

Mesafe insanı hep temiz tuttuğu için de hiç “Neden istifa etmedin Fatih!” havasına girmedik.

Hakkında tape’ler çıkınca kızmadım Fatih Altaylı’ya. Medya-hükümet ilişkilerinde çıtayı hiç yükseğe koymadığımdan olsa gerek.

Fatih Altaylı’ya kanal kanal gezip, hayalleri onun koltuğuna oturmak olan çocukların ukala tavırlarına muhattap oluşuna kızdım.

Medyada hemen herkesin debelendiği çamurun faturasını tek ödeyen konumuna itilmesine kızdım.

Ona laf söyleyenlere “Sen benden temiz misin?” demeyişine kızdım.

İçinden geçtiğimiz günlerde medya kamuoyunu da, sokağı da fazlasıyla ciddiye alışına kızdım.

Aradım ve dedim ki “Hak etmediğim şekilde yargılanmak ağrıma gidiyor, diyorsunuz. Hak etmediğim haberlere konu olmak benim de ağrıma gitmişti. Bugün size ‘neden istifa etmedin’ diye soran çocuk, benimle ilgili uydurma belge yayınlandığında tutuklanacağım diye avucunu ovuşturmuştu. Boşverin.”

Sonra da ekledim, “Fazla ciddiye alıyorsunuz, almayın. Bugün size saydıranlar Red Kit’in cenazecisine benziyorlar. Omuzlarındaki akbabayla tepenizde bekliyorlar. Ama unuttukları bir şey var, zaman öyle bir zaman ki aktörle seyirci sürekli yer değiştiriyor!”

Bugün medyada;
Omuzunda akbabayla dolaşan cenaze kaldırıcılar var.

Polisler, istihbaratçılar var.

İş takipçileri var.

Sahte delilciler var.

Hükümet avukatları var.

Cemaat imamları var.

Toplum mühendisleri var.

Ajanlar var.

Çanak yalayıcılar var.

Belki bir iki de gazeteci var.

Evet, Fatih Altaylı dostlarının, en yakınlarının, en sevdiklerinin işine son vermiş, arkasına bile bakmamış bir adamdır.

Yani, özünde iyi bir kötü adamdır.

Ve fakat ona taş atanların hiç biri en az günahkar olanlardan değil. Acıklı olan da bu.

GERÇEKLERİ KONUŞALIM

Madem sevgililer günü var bu hafta. Herkes işin romantizmine ya da geyiğine saracaksa biz de gerçekleri konuşalım, hep olduğu gibi.

Bir, aşk dediğin şey altın kasede sunulan zehir gibi bir şeydir.

İki, aşık olduğumuz adamları öküzler yarışmasında birinci olanlar arasından seçeriz.

Üç, aşık olduğumuz kadınlar annelermizin “kötü kadın” tanımlamasındaki tüm özellikleri eksiksiz taşır.

Dört, kime aşık olursak olalım, onu yürek rafımıza yeni konmuş ürün sansak da en iyi ihtimalle ikinci eldir.

Beş, hayat aşık olarak yaşanmaz, aşk hakkında konuşarak, genelde de sızlanarak yaşanır.

Altı, huzur ve aşk düşman kardeşlerdir. Yanyana olamazlar, biri diğerini öldürür.

Sevgililer gününüz kutlu olsun:)

AKLIMDA KALAN

Televizyona çıkmanın can sıkıcılığı: Ne zaman bir yayın için televizyon binasına gitsem ayaklarım gerisin geriye gider. Ne söyleyeceğinden çok nasıl görüneceğine kafayı takarsın. Seni konuk eden sunucunun kendi bireysel şovunu yapmasını kabullenirsin. Lafının yarıda kesilmesi, ağzına tıkılması mideni burkar. Esas noktaya geldiğinde onu sana söyletmemek için sarfedilen çabaya yenilirsin vs. Düşmanıma önermem. Artı 1 Tv’ye gittiğimde de öyle oldu. Bir tarafımda Tüluhan Tekelioğlu, diğer tarafımda Pakize Suda. İkisi de sarışın. Yani ikisi de olmak istediğim renkte. De, ben orada ne arıyorum. Kitabımın adı belasına oradayım. Daha Fatih Altaylı tape’si yeni ortalığa düşmüş. Pakize Suda, medyada olup biten herşeyin yukarıya mal edildiğini söylerken kafasıyla havayı işaret ediyor, kastedilenin Başbakan ve çevresi olduğunu ima ediyor. Ben de diyorum ki, “Yukarısı var ama bir de aşağısı var. İktidar kaygan bir kavram. Medyada olup bitenlerin bir kısmı yukarıdakilerle ilgili olsa da bir de aşağıdakiler var. Kendi canlarının istediğini yapıp, kılıfını da yukarıdakilere havale ediyorlar.” Programın sonuna doğru Tüluhan okumadığı kitabımla ilgili olarak sordu: “Bundan sonraki kitabın daha ciddi mi olacak?” Kitabın isminde aşk var ya, kitabı kendiliğinden gayri ciddi yapıyor okumayanlar için. İçimden programa katıldığım için kendime küfredip, beni o programa itenlere kızarken Tüluhan’a yanıt verdim: “Hayır tabii ki, çok daha az ciddi bir kitap olacak. Okursan göreceksin, elindeki fazlasıyla ciddi bir kitap.”