Nuran YILDIZ

BU ARALAR…

----- 24.02.2014 - 00:01 -----

Bu aralar yazı yazmak, özellikle de politik yazı yazmak geçmiyor içimden.

İktidar partisini eleştirsen, cemaatin yanında yer alıyor görünüyorsun.

Cemaati eleştirsen, iktidar partisinin yaptıklarını onaylıyor gibi algılanıyorsun.

İkisini birden eleştirsen, CHP’nin izlediği yolu beğeniyorsun anlamına geliyor.

Bu aralar oy verme gününde oy vermeyi hiç istemiyorum.

Bu aralar uçuyorum. Oradan oraya durmadan uçuyorum. Uçuş anonsu, kabin memuru sesi duymak sinirlerimi bozuyor.

Bu aralar yurt dışındaki kardeşimin yanına gideli daha on gün olan anne ve babamı özlüyorum.

Bu aralar hasta gibiyim, ateşim var gibi. Ama ayaktayım.

Bu aralar yorgunum ama içinde olduğum ırmak öyle hızlı akıyor ki duramıyorum.

Bu aralar konuşma davetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Üniversitelerden gelenlere hayır demek istemiyorum ama onların da sonu gelmiyor.

Bu aralar, bir aralar çok istediğim alıp başını gitmek fikrinden diğer uca geçtim, yatağımdan çıkmak istemiyorum.

Bu aralar çok sevdiğim güneş asabımı bozuyor, durmadan ama durmadan yağmur yağsın istiyorum.

Bu aralar kafayı durmadan yemek yapmaya taktım. Sürekli uçmaktan olsa gerek, domestiğe vurdum. Yiyecek zaman bulamadığım, arkadaşlarımı davet edecek fırsatımın olmadığı halde en zorundan yemekler yapıyor, dolapta tutuyor, seyahat dönüşünde çöpe atıyorum.

Karşı komşuya versem diyorum, Kenya’dan yeni gelmiş, kara boncuk gibi sevimli aile yanlış anlar diye çekiniyorum. Versem de bir verirsin, iki verirsin, sonuçta ailenin sponsoru değilim.

Bu aralar o kadar çok soruya yanıt verdim ki, hiçbir soruya yanıt veresim gelmiyor.

Bu aralar böyle…

BİR STAR DEĞİLİM…

Antalya’dayım. Belek’teki otelde bana ayrılan oda yaklaşık 150 metrekare! O kadar büyük ve içerde o kadar çok kapı var ki banyoyu bulmakta güçlük çekiyorum.

Bir kozmetik firmasının davetlisiyim. (Firmadan izin almadığım için ismini yazamam.) Çoğu kadın 800 kişiye “iletişim yönetmeyi” anlatmak için oradayım.

Konuşma yapacağım platform bir gün önceki defile nedeniyle podyum şeklinde tasarlanmış.

Benden önce ödül töreni vardı ve ödül kazananların üzerine konfetiler yağmıştı.

Organizasyon sorumluları sordular: “Adınız anons edildiğinde sahnenin arkasından mı çıkarsınız yoksa, salonda oturduğunuz yerden doğrudan gelip platformun önündeki merdiveni mi kullanırsınız?”

Uzun zamandır bu kadar ayrıntıcı, titiz bir organizasyon firması görmemiştim. Hiçbir aksamaları olmadı. İşini iyi yapanları görmek keyif veriyor.

“Elbette öndeki merdivenleri kullanırım” dedim, “ben star değilim ki kulisten geleyim.”

Adım anons edildi. Merdivenleri çıktım. Karşımda tıklım tıklım bir salon. Bende de “ya onlarla doğru iletişimi kuramazsam” kaygısı.

Podyum şarkı söyleme hissi veriyor ama ben davet ettikleri için teşekkür ederek konuşmaya başladım ve arkasından sordum: “Necati salonda mı? Necati salondaysan sakın el kaldırma.”

Kalabalık şaşkın. Anlatmaya devam ettim. “Necati bulunduğun yeri belli etme. Bekar, 32 yaşında yakışıklı bir çocuksun ve büyük olasılık salondaki kadınların çoğu bekar ve tehlike altında olabilirsin.”

Gülüşmeler.

Anlatmaya devam ettim: “Necati dün akşam beni havaalanından alan otomobilin şoförü. Yedi yıl önce bir kız sevmiş, vermemişler. O da Antalya’ya gelmiş, şoförlük yapıyor. Yolda bana turizmin mevsimlik bir iş olduğunu, kadınlarınsa 12 ay güzel olmak istediğini, bu yüzden kozmetik üzerine dükkân açmayı düşündüğünü anlattı. Ona, öyle yaparsa doğru zamanda, doğru iş yapmış olacağını söyledim.”

Konuşma böyle başladı ve iki saat sürdü. Birinci saatin sonunda “Ara verelim mi?” diye sordum, istemediler. 800’ü de istemedi!

Bu süre içinde çok güldüler. Çok not aldılar. Yöntem değişti ya, anlattıklarımı yansıtan slaytları fotoğrafladılar.

Konuşmam bittiğinde salondaki alkıştan, doğru iletişimi kurabilmiş olduğumu hissettim. Bir iletişimci için ne keyif.

Alkışlar sürerken, yere eğilip konfetileri aldım ve kendi başımın üzerinden serptim. Şımarıkçaydı. Canım öyle istedi. Salonun alkışları yükseldi. Kimsenin önünde eğilmeyen başımı onların önünde eğdim.

Firmanın genel müdürü platforma çıkıp “yine gelin” dedi. İndiğimde fotoğraf çektirmek için uzun bir kuyruk oluşmuştu.

Verilen çiçeklerle salondan çıkarken içimden “Ben bir star değilim, ama star muamelesi görmek de hiç fena değil” dedim…

LES OTTOMAN’DA İMAJ FAZLASI

Geçen cuma sabah. Sevgili Mukaddes Akça ve ortak bir gazeteci dostumuzla Les Ottoman’da kahvaltıdaydık.

Les Ottoman denince akla iki şey gelir:

Bir, Ünal Aysal’ın eski eşi Ahu Aysal’a boşanma tazminatı olarak verilen şaşalı saray/otel.

İki, İstanbul’un en gösterişli ve en pahalı saray/oteli.

Ve elbette görkemli, denize sıfır muhteşem bir yer olması da bu iki cümleyi sağlamlaştırıp kafalara çakıyor.

Büyük olasılık bu yüzden, yer bulmakta güçlük çekilecek bir mekan olduğu halde masaların önemli kısmı boştu.

(Biz restoran kısmında kahvaltı yaparken, otel kısmına Andrea Bocelli ve ekibi yerleşiyordu.)

Oysa Ahu Aysal otele mirasyedi gibi yaklaşmıyor. Tüm ayrıntılarıyla, tuvaletlerin kontrolüne kadar tek tek kendi ilgileniyor.

Konuklarına meşhur güler yüzüyle ev sahipliği yapıyor.

Evet, Les Ottoman İstanbul’un en gösterişli mekânı ama en pahalı restoranı değil. Benzerlerinden daha yukarıda hizmet veriyor, benzerlerinden makul fiyat sunuyor.

Yine de biz maaşlı insanlara göre değil ve elbette hesabı ben ödemedim. Bunu da belirteyim.

FENERBAHÇE’Yİ BEKLEYEN TEHLİKE

Son günlerde Aziz Yıldırım’ın, hırslı bir politikacı gibi davrandığını görüyorum.

Mağduriyetini göze sokuyor. Tutukluluğunu köpürtüyor. Hükümete de, cemaate de mesajlar gönderiyor.

Tutuklu asker yakınlarına destek veriyor, taraftarları sokaklara döküyor.

Popülarite ve politika hoşuna gitmişe benziyor.

Ama bu yaptıklarıyla Fenerbahçe’ye yazık ediyor. Bu duruma bir son vermezse Fenerbahçe bir spor kulübü olmaktan çıkıp bir siyasi harekete dönüşmüş olacak.

Taraftar kaybedecek. Ligde ve sokakta şiddetin sebebi olacak.

Aziz Bey politika yapacaksa, bunu Fenerbahçe’den uzakta yapmalı. Yapmayacaksa, tavırlarını gözden geçirmeli. Acilen.

AKLIMDA KALAN

“Derbide fantastik futbol oynayamazsın” sözü: Galatasaray Teknik Direktörü Mancini, 1-0’lık Beşiktaş galibiyeti sonrasında şöyle dedi: “Önemli olan kazanmaktı. Derbilerde oyun anlamında çok fazla etkili futbol olmayabilir. Bir takım fantastik bir futbol ortaya koymayabilir.” Mancini haklı. Kıyasıya mücadelelerde fantezi peşinde koşmak yerine sonuç alıcı hamleler yapmak gerekir. Hükümet-cemaat çatışmasından da demokrasi, insan haklarına saygı, ilke, etik beklemek son derece fantastik bir beklenti olur. Çatışma kıyasıya olunca, taraflar birbirlerine bel altı, bel üstü yumruk savuruyor. Kuralları hatırlatıp, itidale davet edenler nefesini boşuna harcıyor.