Nuran YILDIZ

GURUR BAZEN SADECE DOSTLARINIZIN ADIDIR…

----- 10.03.2014 - 00:01 -----

Pazar sabahı. Hürriyet gazetesinin ilk sayfası. Yakından tanıdığım iki insan orada duruyor.

Biri sayfanın üst sağ köşesinde. Zarif. Kararlı. Cesur. Duruyor. Emine Ülker Tarhan.

Diğeri sayfanın tam göbeğinde. Özgür. Kararlı. Dimdik. Yine de yüzünde mutluluktan eser yok. İlker Başbuğ.

İkisini de yakından tanıyorum. Öylece bakıyorum sayfaya. Kısa aralıklarla ikisiyle de yaptığım telefon konuşmalarım aklımdan geçiyor.

Başbuğ’la serbest kalışından birkaç saat sonra konuşmuştum. Evine yeni girmişti daha. Silivri’de görüşmemizin üzerinden epeyce geçmişti. Sesinde bırakılmışlığın rahatlaması yoktu. “Arkadaşlarım çıkmadan, adalet sağlanmadan olmaz” diyordu.

Tıpkı Nedim Şener’in defalarca açıkladığı gibi Başbuğ da “özgürlüklerinin katillerinin kimler olduğunu” biliyordu.

Onun için adalet, sadece arkadaşları çıktığı zaman değil, kendisine ve arkadaşlarına haksız yere kumpas kuranlar cezalandırılınca gerçekleşecekti.

Ağustos 2008’de, Genelkurmay Başkanı olduğu günlerde Habertürk’e yaptığım bir analizde “Başbuğ demokrasi için bir şans” demiştim. Demokrasiye bu kadar saygı duyan bir asker, demokrasiyi intikam aracı olarak görenlerin hedefi oldu.

Demokrasiye saygı duyan bir adam, demokrasiye tehdit uydurmasıyla tutuklanıverdi. Türkiye inanılmazlar ülkesi.

Emine Ülker’le telefon konuşmamızın konusu ise hakkında yazılan kitabın kapağında duruyor: “Beni Susturabilecek Tek Şey.”

Bir gece telefondaki sesi “Nasılsın?” dediğinde, iktidar milletvekili bir hanımefendinin son kitabımla ilgili “akademik bir kitap yazsaydın” deyişini anlatmıştım.

Sevgili dostum Emine Ülker’in yanıtı, “Üzüldüğün şeye bak, o hanımefendi ben Meclis kürsüsünde konuşurken sözümü kesmeye kalktığında ‘Beni susturacak tek şey bilgidir, o da sizde yok’ demiştim, ciddiye alma” olmuştu.

Kürsüden verdiği o yanıtı şimdi kitabının kapağında görmek benim için hoş bir sürpriz.

Ayşe Arman onun için “Aktif siyasette olmalıydınız” demiş, göz önünde olmasını istemiş. Malum, görünmüyorsan yoksun.

En sevilen, en saygı duyulan, en güvenilen milletvekili Emine Ülker’in parti yönetiminden uzaklaştırılıp, CHP’nin kapılarının cemaatçilere açılması. Dedim ya Türkiye inanılmazlar ülkesi.

Hem İlker Başbuğ’un, hem de Emine Ülker Tarhan’ın gazetedeki fotoğraflarına bakarken aklımdan başlıktaki cümle geçiyor: Gurur bazen sadece dostlarınızın adıdır…

ADAMIN BİRİ

Belli ki cemaatten. Belli ki sinirleri bozuk. Epeyce geride kalmış konuları pişirmiş zihninde, bana mail’le yollamış geçen hafta.

“Sen ne biçim danışmansın” demiş, Başbuğ’u kastederek. Derdi benimle mi, onunla mı belli değil.

“Başbuğ zeki biri değil, sen de iyi bir danışman değilsin” demiş, Başbuğ henüz serbest bırakılmamıştı. Bırakılacağını da düşünmediğinden bana da tembihte bulunmuş, “ziyaretine gidiver bari.”

Cevap vereyim mi, vermeyeyim mi düşündüm. Değer mi, değmez mi? Sonra bir can sıkıntıma denk geldi cevapladım.

“Başbuğ’un danışmanı olduğum savı, cemaatin yıllar önceki savıdır, sizde jeton geç düşmüş niye ki” minvalinde bir şeyler yazdım. “Merak etmeyin, sizin tembihinizden epeyce önce kendisini Silivri’de ziyaret ettim” dedim.

O ziyaret geldi oturdu aklıma. Savcının hoşgörüsüyle bir saati aşan bir süre konuşmuştuk. Silivri’de, camın iki yanında, karşılaştığımız ilk andaki duygularımı yıllar geçse de unutmayacağım. Utanmıştım. Adaleti linç edilmiş bir ülkede yaşıyor olmaktan utanmıştım. Utanç sözcükleri tüketiyormuş meğer. Söyleyecek bir sözcük bulamıyorsun.

Eylül 2010’da Odatv’de şunları yazmışım: “Kuşkusuz ki İlker Başbuğ gibi demokrasiden yana bir komutanın… Bir entelektüelin… Bir sabır küpünün… ‘Danışmanı’ ya da ‘yakını’ olarak anılmak son derece onurlu bir anılma biçimidir. Hiçbir zaman ‘danışmanı’ olmadım halbuki. Ama kendisini yakından tanıdım. İyi ki tanıdım. Onu çok yakından ya da az yakından tanıyan herkesin yüreği ve aklı aynı kapıya çıkar…”

Evet, belli ki hınç dolu bir adamın, hakaret etmek için yazdığı mail, bana dostlarımın, tanımaktan onur duyduğum insanların kötü gününde yanlarında olmanın verdiği gururu hatırlatmaya yaradı. Bazen size yapılan kötülük, kötülük değil iyiliktir.

“YAVAŞ GARDAŞIM YAVAŞ…”

Geçen hafta Mansur Yavaş’ın yanlışlarını yazdım ya, uyarmış birileri “Yaptığı iyi şeyleri de yazsaydın ya…”

Haklılar. Eleştirideki cömertliğimiz, övgüdeki cimriliğimizi dengelemeli aslında.

CHP’nin soğuk sloganının yanında Mansur Yavaş’ın “Yavaş gardaşım yavaş” sloganı çok başarılı.

Samimi. Kısa. Basit. Uyumlu. Ruhun aynası. Zamanın karakterine uygun. Sıcak. Gülümsetici.

Keşke afişlerdeki yazı karakterini “Sütaş reklamları”nı çağrıştıran türde seçmeselerdi. Uzaktan süt reklamı sananlar oluyor. Neyse o kadar kusur da olur diyelim.

KENDİ OKURUMA DUYURU

Belki çoktan duymuşsunuzdur. Bu ülkenin en düzgün, en komik, en eyvallahsız, en adam gibi adam dj’i Hakan Gündüz yeniden mikrofonuyla sevişiyor.

Radyo D’de programının sloganı “mikrofonuyla sevişen” adam olduğu İçin RTÜK’ten ceza yemiş, sloganı “mikrofonuyla dövüşen adam” yapınca RTÜK ses etmemişti. Malum dövüşmeyi sevişmeye tercih eden bir yapı mevcut.

Daha sonra. “Daha az konuş, daha çok müzik yap” uyarıları “mümkünse hiç konuşma” noktasına gelince Hakan’ım “Hadi bana eyvallah” demiş, dinleyicileri bir anda kendilerini öksüz, yetim ve boynu bükük kalakalmışlar ve hatta duvar dibine terkedilmiş gibi hissetmişlerdi.

Yağmurda ıslanmış ve de tekmelenmiş kedi yavrusu gibi hissedenler de vardı. Koydukları tepkilerden biliyorum.

Şimdi o muhteşem adam “X Radyo” ile kulaklarımıza geri döndü. Sabahları 07.00-09.30 arasında, arabasında kendi kendine sırıtan insanlar görürseniz bilin ki Hakan Gündüz dinliyorlardır. Kafasını araba camına vuran birilerini görürseniz bilin ki onlar da Hakan’ım Gündüz’ümü dinleyemiyorlardır, çünkü gereksizce müzik koymuş olabilir.

Hakan’ım Gündüz. X Radyo’da. X Radyo Ankara’da 88.2 frekansta. Öteki kentlerde frekans bilmiyorum, arayıp bulabilirsiniz. Dinleyelim, güzelleşelimmmm.

AKLIMDA KALAN

“Bunca eblehe Başbakan ne yapsın?” sorusu: Ortalığı dinleme kayıtları kaplamış. Nereye baksan karşına bir tape çıkıyor. Kimine “evet yaptım” diyor, kimine “montaj.” Daha sırada kasetler var söylentisi yayılmış durumda. Tüm bunlar kimlerin diline pelesenk? Başbakandan zerre hazzetmeyenlerin. “Bu kez gidecek” diye hayaller kuranların gündeminde baş köşe. Başbakan Erdoğan onların gündemiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayabileceğini biliyor. Aslında ailesi üzerinden köşeye sıkıştırılmamış olsa, çok daha önceden yapacağı ortaya bir top atma işini çıktığı televizyondan yapıyor. “Yalan, iftira ortamı olacaksa gerekiyorsa, Facebook’un da Twitter’ın da kapatılması söz konusu olabilir” deyiveriyor. Ortalık alt üst oluyor. Ciddi ciddi kullanıcı sayısı, işlevi, yaygınlığı üzerinden yazılar yazılıyor. Muhalif kesimler bunca ebleh tavır geliştirirlerse, Başbakanın her “tuzum var” dediğinde hıyar toplamaya kalkarlarsa, insanın Erdoğan oy yükseltmesin de ne yapsın diyesi geliyor…