Nuran YILDIZ

ERDOĞAN-FEYZİOĞLU OLAYININ İLETİŞİM ANALİZİ

----- 12.05.2014 - 08:01 -----

Bir, ev sahibi kurumlar konuşmacıların konuşma sürelerini belirlemelidir. Süre aşımına taviz verilmemeli. Konuşmacı da buna saygı göstermeli, medeni ülkelerde olduğu gibi. Zamanın yönetilememesi hatadır.

İki, bu ülkede kürsü bulunca yapışmak huyundan vazgeçilmeli. En uzun dikkat süresi 15 dakikadır, ki bu kısalmaktadır. Basit bilgi: Uzun konuşmada etki düşer, kafa şişer. Feyzioğlu’nun bir saate yakın konuşması hataydı. Bu sürede kim olsa çatlar, Erdoğan haydi haydi çatlar.

Üç, yargı ya da başka ortamlarda muhattabının yanıt hakkı olmadığı durumlarda eleştiri dozuna dikkat nezaketin gereğidir. Feyzioğlu’nun bu inceliği atlaması hatadır.

Dört, yanında cumhurbaşkanı varken çıkış yapmak devlet adabına uymaz. Başbakanın bu durumda çıkış yapması hatadır.

Beş, bir konuşmacının konuşmasına, ne söyleyip söylemeyeceğine müdahale kabul edilemez. Başbakanın tavrı hatadır.

Altı, birine “Edepsizlik yapıyorsun” demek hakarettir. Hiçbir kızgınlık bu ifadeyi haklı çıkarmaz. Başbakanın sözleri hatadır.

Sonuç, bu olayda kazanan ve kaybeden hesabı yapanlar boşuna yorulmasın, durum Erdoğan’ın da, Feyzioğlu’nun da hanesine artı yazmaz. Her ikisi de kendi taraftarının alkışını alır, o kadar.

“ERDOĞAN KİNİ”

Başbakan Afyon’daki kapanış konuşmasında Gülen cemaati için “Nefes aldığım sürece unutmayacak ve affetmeyeceğim” dedi ve ekledi: “Bu yapının ayakta kalması artık mümkün değildir.”

“Barışırlar”, “uzlaşırlar” diyenlere “mümkün değil” demiştim, çünkü “Erdoğan kini” diye bir şey var.

Hele bir de o kine temel olacak muameleler görmüşse, bitmiştir.

Doktora tezimden itibaren bir Erdoğan uzmanı olarak rahatlıkla diyebilirim ki, bu avcıyı iyi tanıyorum, avını yaralı bırakmaz. Daha 17 Aralık süreci başlamadan, 16 Aralık’ta nuranyildiz.com’da yazmış olduğum gibi.

ANNEM…

Annem hasta. Hastalığı da zamanla kötüleşecek türden. Biz çocukları ne kadar çırpınırsak çırpınalım, sonucu değiştiremeyeceğiz.

Hayatımız zor o yüzden.

Yine bir krizle vardık anneler gününe.

Onu mutlu, rahat, keyifli yapmak için verdiğimiz hiçbir uğraşın anlamı yok.

Anneler günü öncesi gece bende kaldı. Sabah kahvaltı hazırlarken geçmişe gittim.

Babamın öğretmen maaşıyla üç çocuğunu okutmak için annemin çırpındığı günlere.

Anlayacağınız, benim öyle “Küçükken yazlığın önündeki kumsalda dadımla ben…” türü hikayelerim yok.

Ankara hastanelerin ve bürokrasinin merkeziydi o günlerde. Hastaneyle, devletle işi olan eş, dost, akrabanın küçük evimize doluşmadığı gün geçmezdi.

Annem, her defasında elindeki paraya bakar, misafirlerin önüne ne koyacağını düşünürdü. Ama mutlaka bulur buluşturur, herkesin doyarak kalkacağı bir sofra hazırlamayı başarırdı.

Şimdi.

Biz üç çocuğu, en güzel giysileri, dünyanın en güzel yerlerine seyahatleri önüne sersek de, anlamı yok.

Annem.

Sağlıklıyken. Güzel giyinmeyi, takıp takıştırmayı severdi. Bunları yapacak imkanlara kavuşmuşken, hepsi içinde kaldı öylece.

Ben.
“Hayat sadece yaşadığınız andır” sözünden hiç hoşlanmam. Sorumsuz bulurum.

Ama annemin kahvaltı masasındaki durgun, gözleri dalmış oturuşuna bakınca. “Bir gün her şey güzel olacak” ertelemelerinin saçma olduğunu görüyorum.

Anneler günü kutlu olsun geyiğine gelince, çoğu evde anneler günü kutlu olmuyor işte…

FERİT ŞAHENK’E ÖNERİ: NTV YEMEK KANALI OLSUN.

Ferit Şahenk, NTV’deki işten çıkarmalara devam ediyormuş. Kendisine önerim, NTV’yi yemek kanalı yapmasıdır.

Hazır Vedat Milor da oradayken alt yapıda sorun çıkmaz.

Her gün bir Şahenk restoranından canlı yayın. Kendi pişirir, kendi yer, kendi seyreder.

Evine ayda yılda bir et girenlere “Nusr’et”ten kokular yayar. Fonda yabancılaşma efekti elbette.

TV8’in yanında iyi gider.

Ferit Şahenk’in televizyonculukla ilgisi hep soru işaretli olmuştur. Tıpkı “yap işlet devret” modeline uygun şekilde NTV, bir ara Cem Aydın’daydı anahtar teslim ihale. O da penguenlerle zirve ve jübile yaptı zaten.

Son durum şu: bir komedyenin boşandığı, tek bilinen mahareti İzmirli olmasıyla meşhur eşine program yaptıracak kadar profili indirmiş durumda NTV.

12 Şubat 2008’de, yazdığım gibi: “…havada asılı kaldığı için bir yere tutunamayan NTV’nin durumu, light kanal olmaktan komalık bir kanal olmaya doğru hızla yol alıyor.”

Hazır, “Nerede restoran varsa Şahenk’indir” algısı da yayılmışken NTV’nin yemek kanalı olması da işin kreması olur.

Biz de hiç değilse, NTV bir haber kanalıdır varsayımını bir kenara koymuş oluruz.

Haksız mıyım?

AKLIMDA KALAN

“Sadece bir cevap o kadar” çıkmazı: Karolin Fişekçi diye bir kadın çıktı ortaya. Orhan Pamuk’un sevgilisi ünvanıyla. Meğer ressammış. Orhan Beyin kriteri de yazardan, ressamdan aşağı değil (görünürde bile olsa). Bu Fişekçi hanım, ayrıldıktan sonra. Bir bir anlattı Pamuk’la yaşadıklarını. Anlattıklarından çıkan resim, Pamuk’un tüm Nobelli haline rağmen sıradan ama en sıradan erkeklerden zerre farkı olmadığıydı. Kadın yalan da söylüyor olabilir, şöhret olmak için bire bin katıyor da olabilir. Benim içimden bir ses, konu Orhan Pamuk olunca, kadının her anlattığına inanmak mümkün diyor. Ben bu Karolin Fişekçi’den zerre hoşlanmam. Restoranda seni kapının önüne koyan adamın masasını basmalar falan. Birlikte olduğu adam üzerinden şöhret kazanma çırpınışı vs. Hoşlanmam. Ama. Kadını öldür hakkını da yeme. Diyor ki bir söyleşisinde, “Ben öyle masa falan basmadım. Sadece görünce masasına gittim bir cevap istedim. Bir cevap.” İşte orada duracaksın. Emin olalım ki o kadın, o masanın tepesine dikilene kadar o adamı bin defa aramış, yüz defa kapısına gitmiştir. Hiç birinde de adama ulaşamamıştır. İlişkileri çirkin yapan yaşanan süreç değildir, bitirirken adam gibi bitirmeyi becerememektir. Konuşmak yerine kaçmaktır. Soruları yanıtsız bırakmaktır. Adam beş para eder ya da etmez, kadının cevap için çırpınışlarını kendisinin vazgeçilmez olduğu şeklinde yorumlayabilir. Ve hiç birimizin cevapsız kalmış sorulara tahammülü yoktur. Ucunda ölüm bile olsa hepimizin bir cevaba ihtiyacı var. Ortada cevapsız sorular bırakıp giden her insanın ruhunda mutlaka bir aksaklık vardır. Yok mudur?