Nuran YILDIZ

LİBERALİZM Mİ, ERDOĞANİZM Mİ?

----- 02.06.2014 - 00:01 -----

Adam Smith’ten bu yana “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde özetlenen liberalizmin “Laissez faire, laissez passer” felsefesi yerle bir.

Serbest iktisadi faaliyetlerin bir dengeyi bulacağını savunan bu görüş ülkemizde hayli yamuk. Smith’gillere göre piyasayı “görünmez bir el” düzenleyecekti. Bizdeki düzenleyici el hayli görünür.

“Erdoğanizm” böyle bir şey olsa gerek.

Bakan Taner Yıldız, kamu ihalelerinde yerli mermer hükmünün konmasını istedi. İthal mermer olmasın.

Ekranlarda parlayan görkemli ekonomistlerin bu durumu nasıl yorumlayacaklarını merak ediyorum.

İtiraz etseler Erdoğan’a, kabul etseler liberalizme ters.

Benim fikrime gelince. Bana uyar. Ülkemin üreticilerini teşvik eden bu tür uygulamaları desteklerim. Yeter ki Hükümet, bundan bir adım ileriye gidip “Mermeri Afyon’dan, Afyon’da da şu kişiden alacaksın” demesin.

SİYASAL İLETİŞİMCİ OLARAK AHMET HAKAN

Ahmet’in yazdıklarına bayılmam. Ama. Yazma biçimini severim. İmam Hatip eğitimi nasıl Başbakanın üslubuna yansımışsa, Ahmet’in de yazma biçimine yansır.

İkisine bakınca, bu işin sırrını kapmak için insanın İmam Hatip okuyası geliyor. Mezun olabilir miyim? Kesinlikle hayır, o ayrı. Ben isyancıyımdır, İmam Hatip sükunetçi (siz ülkemdekilere bakmayın).

Tarzları: Kısa cümle. Basit ifade. Gündelik mesele. Ahkâm kesici tonlama. Biraz sevmece, biraz dövmece. Erdoğan’ın torba yasası örneği fazlasıyla genellemece.

Neyse, efendim bu Ahmet Hakan siyaset iletişimi uzmanlarına sormuş, onların yazdıklarının hep tersini yapan Erdoğan neden başarılı oluyormuş.

Siyaset ve iletişime kafa yorduğumdan mıdır, “ne iş” kışkırtmasına geldiğimden midir nedir, üzerime alındım.

Siyasal iletişimcilere atfettiği cümleler yazılarımda yer almasa da Ahmet’e birkaç cevabım var elbette;

Bir, siyaset iletişimi uzmanı bildiğin isimleri gözden geçir, kimseye de hak ettiğinden fazla sıfat yükleme. Öyleleri vardır ki, fiyasko işlerini başkalarına ihalede mahirdir.

İki, her şeyin hızla değiştiği dünyaya uyum sağlayamayan insanlara siyaset iletişimi uzmanı muamelesi yapma.

Üç, bu ülkede her önüne gelen siyasal iletişimci geçindiği için muhalefetin hali perişan.

Dört, siyasal iletişimciler kayda değer kitaplar yazmayınca, Erdoğan’giller bu işin kitabını yazarlar.

Beş, genellemeler üzerinde yükselsen de hiç değilse bu konuda genelleme yapma.

Altı, başlığa geri dönelim; Ahmet Hakan da bir siyasal iletişimcidir. Köşesi ona buna önerilerle doludur. Ve üstelik onun yazılarından siyasal strateji geliştiren muhalifler var, biliyorum. Ne kadar iyi bir siyasal iletişimci olduğuna gelince, ona da siz karar verin.

ULAŞILABİLİR HAYALLER KURMAK?

Çocukken. Bir Renault 9 hayali kurardım. Yeni çıkmıştı. Sevimli ve ulaşılmaz gelirdi. Bir gün para kazanırsam Renault 9 alacaktım.

Bu hayalimi paylaştığım yaşça benden biraz daha büyük bir arkadaşım “Bu kafayla” demişti, “Murat 124’ün olursa dua et.”

Ona göre BMW’ler, Mercedes’ler dururken Renault 9 hayal eden birinin hedefi küçük tuttuğu için hiçbir şeyi olamazdı. Hedef büyük olmalıydı ki, kazanma hırsın, insan harcama becerin ona göre olsun.

Bense, ulaşılabilir hedefler koymayı önemli bulurdum. O hedefe varırsın, iyiysen bir sonraki hedefi belirlersin. Değilsen orada durursun.

Adı Azize. (Umarım adını yazdığım için bana içerlemez.) Öğrencim. Çalışkan. Zeki. Tüm sınıfa mezun olunca ne yapmak istediklerini sorduğumda o, Fakültenin az ilerisinde bulunan minik bir otelin iletişimini yönetmek istediğini söylemişti.

Büyük hayalleri ellerinde tuzla buz olan o kadar çok öğrenci tanıdım ki, Azize’nin küçük bir otel hayalinden mutlu oldum. Onu destekleyeceğimi söyledim.

O otel ya da başka bir yer, onu her zaman destekleyeceğim.

Kafamdaki soru: Acaba arkadaşım mı haklıydı, hep büyük hayaller mi kurmak gerekiyordu ulaşamasan da yaklaşabileceğin?

Yoksa ulaşılabilir hayaller kurarak etap etap mı yaşamak gerekiyordu?

Ben şimdi hangi arabaya mı biniyorum? Önemi yok. Siz kendi yanıtınızı verin.

AKLIMDA KALAN

“Cannes ödülünü bu noktaya getirmesek” düşüncesi: Nuri Bilge Ceylan’ı sonuna kadar abartalım. Hakkıdır. Filmlerini de abartalım, başarılarını da. Son dönem Türk sinemasının adam gibi adam olan nadir karakterlerinden. Ama. Melisa Sözen’e gelince orada duralım. Cannes’da ödül kaçırmış da falan. Küçük bir Fransız gazetesinin haberini büyük bir haber yapmış bizimkiler. Fransızlar Melisa Hanımın önceki film ve dizilerini izlememiş olmalılar. Tek film, tek performanstan sonuç çıkarmışlar. İzleselerdi, göreceklerdi. Hangi filmde, hangi karakteri oynarsa oynasın Melisa Sözen’in yüzünde hep aynı ifade. Aynı yüz. Aynı donuk bakışlar. “Kış Uykusu”nda oynamasının nedeni de bu olmalı. Bir başarısından söz edilecekse o da Nuri Bilge Ceylan filmiyle Cannes’a gitmiş olmasıdır.